Bilim kurguyu çok severim. Olayın “kehanet sanatı” tarafını biraz ucuz bulsam da, Ursula K. LeGuin’in bugünün bir meselesini tartışabilmek için laboratuvar evrenler yaratma fikrini ayartıcı buluyorum.
Düşünüyorum da bu yaştan sonra bir kent bahçıvanına dönüşmemde bu bilim kurgu aşkımın önemli bir payı olabilir.
30 yıldan uzun süre gazetecilik-editörlük işleriyle uğraştım. O zamanlar kafamın gizli bir köşesinde hep şöyle bir bilim kurgu sorusu vardı:
“Kıyamet sonrası bir dünyada, bugün itibariyle yapmayı bildiğim işlerle hayatta kalma ihtimalim nedir?”
Arkasından başka sorular gelirdi.
Yazının tamamen değerini yitirdiği bir dünyada, ben ne işe yararım? Çıplak ellerimle bir sığınak inşa edebilir miyim örneğin? Yara sarabilir miyim? Sevdiklerime su ve yiyecek güvenliği sağlayabilir miyim?
Peşinen söyleyeyim, bu tarif ettiğim karanlık bir ruh hali değil; bir tür zihin jimnastiği.
Eskiden kendi ömür süremde göreceğimi hiç düşünmediğim, ama hep aklımı kurcalayan bir meselem var:
İnsanlığın doğayla sözleşmesini toptan bir yok oluşa varabilecek kadar ihlal etme eğilimi. Bu eğilim iklim krizi, güvenli gıda ve sürdürülebilirlik sorunlarının da ana kaynağı elbette.
İşte bu meseleyi tartışabilmek için kafamda yarattığım bir laboratuvar evrende vakit buldukça dolaşıyorum. Bu geziler çoğu zaman keyifli, ama her zaman geliştirici oluyor. Bu zihinsel yolculuklarım bir de baktım ki beni kent bahçıvanı yapıvermiş.
Artık sadece hayatta kalma olasılığım artmadı, ayarsız gidişatın terazisinde doğanın kesesine minik bir ağırlık da yapıyorum. Benzer kaygılar ve sorularla aynı ormanın farklı patikalarında dolaştığımız çevirmen ve editör kardeşim Çiçek Öztek’le ortak bir hayalde buluşmamız da cabası.

Kadıköy’ün irili ufaklı yeşil adaları
Anne tarafımızın kadınlarının 1955’te inşa ettirdiği üç katlı bir apartmanda yaşıyoruz. Kadıköy’ün bitişik nizam binalarından biri; dört sokaktan oluşan, kentin patırtısına kapalı bir adanın parçası. Dr Who’nun Tardis’i gibi bir yer; içi dışından geniş ve üstelik yeşil.
Bizim mahallede irili ufaklı böyle çok ada vardır.
Apartman bloklarının ardındaki bu adalar oluşmadan önce buralar hep çayır, çiçek bahçesi ve bakla tarlasıymış. O haline yetişemedik ama çocukluk yıllarımız dedemin ve annemin gülleri arasında fotoğraf çektirip, yetiştirdikleri sebzeleri yemekle, ateş böceklerini kovalamakla ve komşuların meyve ağaçlarının tepesinde kıkırdamakla geçti.