1 Ocak 2000, milenyumun ilk günü, 2000’ler olarak adlandırdığımız on senelik bir dönemin başlangıcı…
2000 senesinde dünyayı 6 milyar insan paylaşıyordu. Efsaneleşen Nokia 3310 yeni piyasaya sürülmüştü ve Y2K adındaki bilgisayar hatası dünyayı paniğe sokmuştu.
Facebook, Youtube ve Twitter’ın ise hayatımıza girmesi için bir süre daha geçmesi gerekecekti. Cep telefonları yaygınlaşıyor, pop-punk ve hip-hop ana akım olmaya başlıyordu.
Hayatın renkleri daha canlıydı, insanlar daha mutluydu.
Sahi, öyle miydi gerçekten? Hayat daha toz pembe miydi?
İşte bu toz pembelik illüzyonu, nostaljinin ta kendisi.
2000’lerin nostalji kategorisine adım atmış olması bir kesime uzak gelebilir. Lakin 90’ların son demleriyle 2010’a kadar olan yıllar içinde doğmuş Z kuşağı için 2000’ler epey özlenen bir dönem.
Öyle ki uluslararası bir kamuoyu trend araştırmasına göre Z kuşağının yarısından fazlası 2000’lere özlem duyuyor. Aynı zamanda diğer jenerasyonlara kıyasla en çok onlar geleceği hayal etmektense geçmişi düşünmeyi tercih ediyor.
Geçmişi düşüneduran ve gelecek tasavvurundan kaçınan Z jenerasyonunu 2000’lere çeken ne?
Kiminin bebek olduğu, kimilerinin daha doğmadığı bir döneme duydukları bu özlemin özünde ne yatıyor?
Nostalji huzur verir ama seçicidir
Z kuşağı aslında hiç yaşamadığı 2000’leri, büyüklerinden duydukları ve internet arşivlerinden aşina oldukları kadarıyla romantikleştiriyor ve o yılları dolu dolu geçirebilenlere gıpta ediyor.


 

