İstanbul’un Trakya’ya doğru son köylerinden birinde, anneannemin bize bıraktığı yazlık evimizin bahçesinde sebze ve meyvelerini yetiştirebilen şanslı azınlıktanım.
Evet, ben de bu yaz kiraz yemedim ama kabak, biber, salatalık, her yerden fışkıran yabani semizotu ve atalık tohumlardan her yıl yetiştirdiğimiz enfes domateslerin şehirde asla alamadığım kokuları-tatları ve oldukça serbest gezen tavuklarımızın yumurtalarıyla dolu bir yaz geçirerek şehre döndüm.

Geçen hafta semt pazarımızdan bir demet pazı aldım. Fiyatının 70 TL olduğunu öğrendiğimde (fiyatların piyasaya göre biraz yüksek olduğunu kabul ediyorum) “Of ne kadar da çokmuş” cümlesi çıkıverdi ağzımdan. Pazarcı ise belli ki aynı cümleyi duymaktan bıkmış, “Başka bir isteğiniz var mı?” diyerek beni duymazdan geldi. Eve geldim, “Ben bunu aldım da acaba iyi yıkadım mı? Yıkasam da kimyasallardan arındırabildim mi?” soruları eşliğinde pazının ocakta azalarak pişmesini izlerken o kritik soruya takıldım: “Acaba bu kış ne yiyebileceğim?”
İsrafı sevmem. O yüzden sık sık, az miktarlarda alışveriş yaparım. Yani sebze-meyveyi kiloyla değil taneyle alanlardanım. Ama kalabalık haneler için bu mümkün değil elbette. Onları düşündüm, özellikle de çocukları. Bir tarafta fiyatların el yakması, diğer tarafta giderek sağlıklı olma özelliğini yitiren gıdalar…
Bunları düşünen elbette sadece ben değilim, keşke düşünmek zorunda kalmasak. Sürekli olumsuzlara maruz kaldığımız bugünlerde bir de ne yiyeceğimizi düşünmesek… Ama olmuyor, çünkü:
Gıda krizi
Artan eşitsizlik ve yüksek enflasyonla kendini hissettiren gıda krizi, sadece Türkiye’yi değil dünyanın dört bir yanındaki insanları vuruyor uzun bir süredir. Bu krizin, ülkelere göre değişse de temel sebeplerini; olağanüstü hava olayları, ekonomik şoklar ve çatışmalar olarak sıralayabiliriz. Bunlar kimi zaman tek başına etkili olurken, çoğu zaman iç içe geçerek kırılganlıkları daha da artırıyor.
Örneğin; denetim, vergi ve danışmanlık şirketi KPMG Türkiye’nin Eylül 2025 tarihli “Küresel Gıda Sistemlerinin Geleceği: Dayanıklılık, İşbirliği ve Dönüşüm için Yol Haritası” başlıklı raporunda dünyada 800 milyonun üzerinde insanın açlık sınırında yaşadığına, buna karşın üretilen gıdanın yaklaşık üçte birinin çeşitli aşamalarda israf edildiğine dikkat çekiliyor ki bu durum yıllardır bu şekilde devam ediyor. Gençlerin köylerinde kalmayıp şehirlerde yaşamayı tercih etmesi dünyada da bir sorun. Tıpkı gıda enflasyonu gibi…
Yine denetim, vergi ve danışmanlık şirketi PwC’nin 28 ülke ve bölgede 21 bin 075 tüketiciyle yürüttüğü anket çalışması sonucu hazırladığı “Tüketicinin Sesi Araştırması 2025: Gıda Endüstrisi İçin Yeni Bir Tarif” başlıklı rapor ise, tüketicilerin sağlık, pratiklik ve sürdürülebilirlik anlayışlarıyla uyumlu gıdaları tercih etme eğiliminde olduklarını gösteriyor; ancak artan gıda fiyatları ve yaşam maliyetleri, bu beklentilerin karşılanmasını sınırlıyor. Örneğin Kuzey Amerika’da katılımcıların %43’ü gıda fiyatlarını “ulaşılamayacak kadar yüksek” buluyor. Tüketicilerin yaklaşık %60’ı aşırı işlenmiş gıdalar ve pestisit kullanımı konusunda endişeli. Tıpkı benim gibi…