Depremden sonra Antakya’yı hiç bu kadar kötü görmemiştim.

Sanırım bunu söylemenin daha kolay bir yolu yok: Antakya 6 Şubat’tan beri, her yönüyle sürekli bir afet bölgesi.

6 Şubat depremlerinden beri her imkân bulduğumda gidip gördüğüm güzel Antakya’ya, en son Ekim ayının ilk haftasında gittim.

Giderken aklımda yine bir sürü soru uçuşuyordu: Arkadaşlarım nasıl? İşleri biraz yoluna girdi mi? Aileleri, sağlıkları nasıl? Son yıkımlardan sonra Antakya’nın tarihi merkezini tanıyabilecek miyim? Hiç tanıdık sokak, avlulu ev kaldı mı? Eski Antakya’da “Yürünebilir Tarih” turunu bu defa hangi rotada yapacağız? Yine her yer toz toprak içinde mi? Yollar biraz düzelmiş mi? Çocuklar okula hâlâ otostopla mı gidiyor? Kurtderesi’nin mandalina bahçeleri nasıl, hâlâ kalıcı TOKİ konutlarını yapmak için ağaçları kesiyorlar mı? Mahalleli hâlâ nöbette mi, yalnızlar mı, yoksa çevredekiler destek oluyor mu?

Ve daha birçok soru…

Geride bıraktığımız zaman boyunca Antakya ve çevresi farklı sorunlarla uğraştı ve hâlâ uğraşmaya devam ediyor.