Yazcı kışçı ikilemini hiç anlamamışımdır. Bahar gibi bütün sorunlarımızı çözen, yaralarımızı saran bir imkan varken neden ikili bir mevsim rejimine mahkum bırakılırız ki? Baharları severim, belki sonbaharı biraz daha çok. Çünkü bize kışı müjdeler. 

Kısacası: Ne yazcıyım ne kışçı, baharcıyım baharcı!

Yaz sıcak ve gürültülüdür; camlar hep açık, içerler hep tozludur. Bitmek bilmeyen, neşeli olman gereken bir yılbaşı gecesi gibidir yaz: Yalnız kalmak, evde olmak hoş karşılanmaz. İlla eğlenmek zorundasındır. Turgut Uyar boşuna bir yazı anlamanın zor olduğunu söylemez, üstelik anlamlıdır da. Bu nedenle, yine de deneyeceğiz!

Tatile, deniz kıyısı bir yerlere gitmek adeta farzdır. Bu fikrin sana çoğunlukla kalabalık ve kakofonik beldeler nedeniyle yorucu gelmesi, hele de kavurucu sıcaklarda neredeyse işkence gibi hissettirmesi kabul edilemez. Belki sadece, hazır herkes gitmişken kentte kalmak, çalışmak, sakin sakin takılmak istersin. Olmaz! Herkes planını sorar, onlar sordukça senin de aklın kayar. Bitmek bilmeyen bir FOMO, bir şeyleri kaçırma korkusudur yaz. Yazın tam olarak hiçbir yerdesindir.

Yaz vicdan azabının mevsimidir

Klima, çağın en sessiz şiddetidir. O yapay serinlik hissi, gerçek ferahlıktan uzak, plastik bir rahatlamadır. Yaz asla doğru kullanılmayan bir klima gibi abartılı, çoğu zaman da gösteriş meraklısıdır ve şüphesiz sınıfsaldır. Sadece kendine yeten ve tüm sevdiklerini yanında “yaşatamadığın” bir yaz tatili boğazından geçmez. Artık varlığı bile belirsizleşen bir orta sınıf için — abartmayı severim — yaz, vicdan azabının mevsimidir.

Yazları sevmem. Ama herkes iyi bir dondurmaya bayılır. Denize girmeden içilen biraları, girdikten sonra ısırılan sulu şeftalileri, meteor yağmurlarını severim. Gururlu bir baharcı olarak, daha çok yaz girişlerine, en çok da ılık yaz sonlarına derin hisler beslerim: İnce ceket kibarlığı, rüzgarla savrulan kokular, gölgesinde üşüten pırıl pırıl bir ışık…