“6-7 yaşlarındaydım. Eyüp’te oturuyorduk. Komşumuzun evine gittik çünkü onların evlerinin damından o sıralar yeni açılmış sinemanın perdesi görünüyordu. Heyecanla filmi izlemek için dama yerleştik. Derken her yer karanlık oldu ve az sonra perdede dünyanın en güzel kadını belirdi. Sonradan öğrendim ki bu kadın Silvana Mangano’ymuş. Büyülenmiş gibi izledim ve şu yaşımda hâlen o an dün yaşanmış gibi belleğimde tazeliğini korur.”
Bu sözler Türk sinemasının “Sultan”ı Türkan Şoray’a ait…
Yaşım, bu anıdaki gibi yazlık sinemalarda film izlemeye, komşu damlarından hayranlıkla sinemanın yıldızlarına bakmaya yetmedi. Türkan Şoray filmleri ilk kez gösterime girdiğinde de seyredemedim.
Onun filmleriyle ilk ne zaman tanıştığımı, hayatımda tam olarak ne zaman ve nasıl yer ettiğini hatırlamıyorum. Ama bir şey kesin; tıpkı Şoray’ın Silvana Mangano’dan büyülenmesi ve onu “dünyanın en güzel kadını” olarak tasvir etmesi gibi benim için de her zaman dünyanın en güzel kadını Türkan Şoray oldu.
Yine yaşım gereği, yolda yürürken onun bir film afişine, etkileyici bakışlarına rastlayamadım hiç. Ancak bir benzeri yaşandı. Her zaman yazı yazmak için gittiğim yere yürürken duvarları kaplayan bir başka afişle karşılaştım: Türkan ve Hayat.