Turgut Kazan, dört dönem İstanbul Barosu başkanlığını yapmış, 62 yıllık bir hukukçu. 85 yaşında ve halen aktif bir şekilde avukatlık yapıyor, önemli pek çok davada cübbesiyle mahkeme salonlarında yerini alıyor. Avukatlık mesleğine başladığı 1963 yılından beri yargı sisteminin içinde, siyasetin de geçmişte aktörü olsa da bugün artık izleyicisi…
Kazan’ı yolda yürürken, metroda vs pek çok insan durduruyor ve sık sık Türkiye gündemini meşgul eden davalara dair fikirlerini soruyor. Kazan ise bu sorulara “Bizim bildiğimiz hukuk artık yok. O yüzden bir hukukçu olarak bu sorulara bir yanıt vermem mümkün değil” diyor.
Kazan ile 1950’lerden bu yana Türkiye’de yargının durumunu, bugünlere nasıl gelindiğini, kırılma noktalarını ve bizi nelerin beklediğini konuştuk.
62 yıldır hukuk sistemimizin içindesiniz. Bugünkü durumu nasıl tanımlıyorsunuz?
Evet, 1963'ten beri avukatlık yapıyorum. Bugünkü kadar hukukun temel ilkelerinden uzak, adaletle zerre kadar yakınlığı olmayan bir süreç yaşamadım. Geçmişte de her şey çok güzeldi demiyorum ama bugünkü kadar şaşırtıcısı ve can yakıcısı hiç olmadı.
Gündemde seyri merak edilen pek çok dava var. Selahattin Demirtaş’tan Can Atalay ve Osman Kavala’ya, İmamoğlu ve İBB’den yargılananlardan Fatih Altaylı gibi gazetecilerin davalarına… 62 yıllık hukuk tecrübenizle bu davaların gidişatına dair nasıl bir değerlendirme yapabilirsiniz?
O tecrübelerin hiçbiri bugün bir işe yaramıyor. Çünkü bu dönemin uygulamalarının elle tutulur yanı yok. Sokakta yürürken, bir yere giderken tanıdığım tanımadığım insanlar bana bu davalar ne olacak diye soruyorlar: İmamoğlu'nu ne zaman bırakırlar? Fatih Altaylı'yı bırakırlar mı? Selahattin Demirtaş’ı bırakırlar mı? Ben de “Bu soruları yanıtlayamam” diyorum. Çünkü bir ülkede hukuk devleti yerleşmişse bir hukukçu bütün bu sorulara cevap verebilir, örneğin Anayasa Mahkemesi kararı varsa Can Atalay zaten bırakılacak diye düşünür. Ama burada Anayasa Mahkemesi'nin kararı yok sayılıyor, uygulanmıyor. Hatta Yargıtay'daki daire, o kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri için suç duyurusunda bulunuyor. İnanılır gibi değil.
Sorduğunuz sorunun yanıtı şu olabilir: Ben kendimi denizi olmayan bir ülkede deniz kuvvetleri komutanı görevi almış biri olarak görüyorum. Hukukun olmadığı bir yerde hukukçuyum.
1950'den yani iyi kötü demokrasinin işlemeye başladığı günden bugüne kadarki süreçte hiç bu kadar belediye başkanının art arda haklarında soruşturma açıldığının bir örneği yaşandı mı? Burada istisnai bir durum var. Bu bir siyasal mücadele olarak kullanılıyor. O yüzden içinde hukukun zerresi yok.
Tabii ki yolsuzluk hangi partiden yapılmış olursa olsun hesabını sormamız gerekir, iddiaların araştırılması gerekir. Yıllar önce yaşanan bir İSKİ yolsuzluğu Sosyal Demokrat Hareketi'nin, Sol Hareketi'nin ölümüne yol açtı ama bu partilerden hiç kimse de Ergun Göknel’e sahip çıkmaya kalkmadı.
Peki, geçmişle bugünü biraz karşılaştırır mısınız? Eskiden nasıldı hukuk sistemimiz? Her şey güllük gülistanlık mıydı?
1950'den sonra Türkiye'de demokrasi yeni yeni gelişmeye başlarken tabii sorunlar yaşandı. 1950-60 arasında şu andaki edebiyata göre demokrasinin şahı vardı diye söyleniyor ama örneğin bir sulh ceza yargıcı bir partiyi kapattırdı, Osman Bölükbaşı’nın Cumhuriyetçi Millet Partisi’ni. Osmanlı Bölükbaşı çok parlak bir hatipti, çok iyi muhalefet yapardı ve vatandaş da onu dinlemekten çok hoşlanırdı.

 
