İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ve yüze yakın çalışma arkadaşının gözaltına alınmasıyla başlayan ve kısa sürede farklı kesimlerin taleplerini dile getirdiği bir hareketliliğe dönüşen süreç, toplumun bir bölümünün uzun süredir bastırdığı öfkeyi ve umudu da sokaklara taşımasına neden oldu. 

Kimileri tepkisini göstermekte tereddüt etmedi, sokağa çıktı, sosyal medya hesaplarına sarıldı fakat bazıları da eyleme geçenlerle aynı duyguları hissetmesine rağmen deyim yerindeyse neredeyse tepkisiz kaldı. 

Tepkisiz kalanların bir kısmı “Bu işler sokağa çıkmakla, paylaşım yapmakla değiştirilemez. Hepsi nafile” diye düşündü ama bazıları da tüm yoğun duygularına rağmen eli kolu bağlanmış gibi, lâl olmuş gibi dehşetle olanları izledi. 

Biliyorum, çünkü ben de onlardandım. 

Bu süreçte rutin işleri yapmak dışında sadece uyudum desem, yeridir. Görünmez bir yorgunluk, adı konmamış bir uyuşma hali içindeydim…

Uyuyordum demek bile fazla—vücudum hareket etse de ruhum devre dışıydı. Bir tür sinirsel felçti bu, sinir sistemimin kapanarak beni korumaya çalıştığı bir hayatta kalma hali.

Donmanın da bir anlamı var

Sonra donmanın da bir dili olduğunu, bu ruh halinin bir savunma mekanizması olarak tanımlandığını örgütsel psikoloji alanında da çalışmalar yapan Klinik Psikolog Kıvılcım Kıran’dan öğrendim: 

Tehdit anlarında sinir sistemi çökerek kişiyi hareketsiz de bırakır. Bazı insanlar tehdit, travma, ihlal gibi durumlarda sinirsel olarak donar. Bu bir zayıflık değil, sinir sisteminin aşırı tehdit altında kendini koruma refleksidir."

Bu tanımla zihnim aydınlandı. Sadece ben değil pek çok insan, son günlerde onca adaletsizliğe, hukuksuz gözaltılarına, dayanaksız suçlamalara tanıklık edince birebir tehlikeye maruz kalmasa da kendi yaşamları da tehdit altında gibi hissetmişti. 

Örneğin yaşadığım 502 haneli sitenin sakinlerinin bulunduğu Whatsapp grubunda bir komşumuz evine hırsız girmiş gibi hissettiğini yazdı. “Sanki evim soyuluyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Çünkü elimi kolumu bağlamışlar,” sözleriyle tarif ediyordu ruh halini. 

Bir diğer anne, “Saraçhane’de üniversite öğrencilerinin gözaltına alındığı günün ertesi günü üniversitede okuyan oğlumun doğum günüydü. Neşeyle kutlayamadım, boğazım düğümlendi. Sanki benim çocuğum göz altına alınmış gibi hissettim” diye anlattı üzüntüsünü. 

Politik yas: gittikçe derinleşen toplumsal bir ruh hali

“Bize ne oluyor” diye araştırmaya başladığımda yalnız olmadığımı anladım. Hatta Mümkün Dergi’de Aslı Yirsutimur’un yazısını okurken bu durumun bir de tanımı olduğunu öğrendim: Politik yas. 

Bu ülkede yüz binlerce insan, şu günlerde adı konmamış bir yasın içinden geçiyor. Adı konmadığı için dile gelmeyen, dile gelmediği için de dönüştürülemeyen bir yas bu.

Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden psikiyatrist Prof. Dr. Kemal Kuşçu da yaşadığımız halin politik yas olduğunu doğruluyor. 

Ancak kavramı sahiplenirken dikkatli olunması gerektiğini vurguluyor: 

"Her şeyi psikolojik kavramlarla açıklamak bazen rehavet yaratır. Ama politik yas farklıdır; bir toplumun ortak kayıplarının, kolektif sarsıntılarının adıdır."

Peki nedir bu politik yas?  

Psychology Today web sitesindeki Haziran 2024 tarihli yazısında Kanadalı Psikoterapist Mark Shelvock, “Politik yas, hükümet uygulamaları ve/veya yürürlüğe konulan politikalara karşı tepkiler nedeniyle geleceğe dair güvenliğimizi, güvenimizi veya umudumuzu kaybettiğimizde ortaya çıkabilir. Dünya çapında, sorumsuz yönetim, siyasi yapıların bozulması, toplumsal istikrarsızlık, sistematik eşitsizlikler, ekonomik krizler, toplumsal sözleşmenin bozulması ve yanlış bilgilendirme veya gerçeklerin çarpıtılması politik yası daha da derinleştirebilir.” sözleriyle tanımlıyor bu toplumsal ruh halini.  

Politik yas, kimilerine göre görünür olmayan kayıpların yasını tutmak kimilerine göre de görmezden gelinen adaletsizliklere karşı hissedilen çaresizlik de olabilir.