One Battle After Another / Savaş Üstüne Savaş’ın en akılda kalıcı karesi kuşkusuz Perfidia’nın karnı burnunda atış talimi yaptığı an. French 75 isimli örgütün radikal üyesi, makineli tüfeğin kabzasını hamile göbeğine dayamış, hunharca tarıyor hedefleri. Onun ne kadar uçlara gittiğini, inandığı silahlı mücadeleyi bebeğinin bile üstüne koyuşunu tek bir kareyle gösteriyor Paul Thomas Anderson (PTA). 

Şarkıcı olarak tanınan Teyana Taylor’ın şaşırtıcı bir inandırıcılıkla canlandırdığı Perfidia kendini devrimin şehvetine kaptırmış bir karakter, bomba patlatarak tahrik olan, düşmanıyla fantezi yapacak kadar kontrolden çıkmış bir libidoya sahip. Bu aşırılıklar yozlaşmasına neden oluyor tabii. Sonunda işler sarpa sarıyor ve kendini kurtarmak için arkadaşlarını gammazlıyor. (Perfidia, İspanyolcada ihanet, hainlik anlamlarına geliyor). 

Politik hiciv mi vodvil aksiyon mu?

Filmin birinci saatine damgasını vuran Perfidia’nın sırra kadem basmasıyla birlikte Savaş Üstüne Savaş en büyük kozunu, en politik damarını ve en kuvvetli çatışmasını da kaybediyor. Elimizde bir tek, Perfidia’nın erkek arkadaşı, French 75’in nispeten pısırığı Bob kalıyor. 16 yıl geçmiş ve Bob o eski bombacı Bob değil, bildiğiniz Dude’a dönüşmüş. Dude’u bilirsiniz, The Big Lebowski’nin Bezgin Bekir’i Jeffrey Lebowski (Jeff Bridges).

Bob da Dude gibi politik mücadeleden elini eteğini çekmiş, kafasını kıyak ederek geçmişinden kaçmaya çalışan, kinik bir karakter. Tıpkı Dude gibi de bornozuyla dolaşıyor. Leonardo DiCaprio, Bob rolünde muhteşem, kariyerinin belki de en renkli performanslarından birini ortaya koysa da bu karikatürleşmiş karakterin etrafında kurulan yeni hikâye, politik başlayan filmi Amerikan sinemasının tipik çok karakterli, neredeyse vodvil-vari aksiyon-maceralarından birine dönüştürüyor.

Derken filme Sensei lakaplı Sergio (Benicio del Toro) karakteri dahil oluyor. Hah diyorsunuz, Sergio, Big Lebowski’de Dude’un yanına gelen Walter (John Goodman) gibi bir eksikliği tamamlayacak … Yine olmuyor. Karakterler arasında sahici bir diyalog dönmüyor, oyunculuklar muhteşem tabii, her laf afili tınlıyor ama anında buhar olup uçuyor. Sergio ile Bob arasındaki iletişim, “Korku yok, tıpkı Tom Cruise gibi” repliğinin ötesine geçemiyor. Radikal eylemciler Tom Cruise’u mu kahramanlaştırmışlar yani? Yoksa devrimciler bile popüler imgelerden destek alıyor gibi bir ironi mi var? Gerçekten anlayamadım. Elle tutulur diyalog yoksunluğu filmin siyasi bir niyeti varsa da onun anlaşılmasının önüne geçiyor.