TikTok ya da Instagram’da video kaydırırken Gazzeli çocukların videolarının peşine Paris Moda Haftası’ndaki ünlülerin ne giydiğiyle ilgili videolara rastlamanız normal mi?

Sağduyulu her insan bunun en hafif tabiriyle absürt olduğunun farkında. Peki normal değilse, bunu kabul etmek zorunda mıyız?

Cevap ne olursa olsun başka çaremiz yok, bilgi düzensizliği çağında önümüze düşen haberlerin sıklığı, dehşetini geride bırakıyor. Arka arkaya kaydırdıkça bir öncekini hızla unutuyor, ötekine zıplayıveriyoruz.

Nasıl her sabah kalkıp dişimizi fırçalayıp işe gidiyorsak, olan bitene bakıp “Vay vay neler olmuş” demek, sonra da hayatın debdebesine kendimizi bırakmak, çoğumuz için rutin.

Bu halet-i ruhiyeyi paylaşanlar da dünyanın hemen her yerinde…

Bu rutinleşme ve olağanlaşmayı, Sovyet Rusya dönemindeki baskıcı rejimin çöküşü sonrası ortaya atılan bir terimle açıklamak mümkün: “Hypernormalization” yani “hipernormalleşme”... 

Geçtiğimiz ay Britanya’dan Guardian’a haber olan ve dünyayı kasıp kavuran “hipernormalleşme” dalgasını inceledik. 

Otoriter ve yozlaşmış rejimlere karşı bir koruma refleksi 

“Hipernormalleşme” terimini 2005’te ortaya atan kişi Rusya doğumlu antropolog Alexei Yurchak.

Yurchak, “Everything Was Forever, Until It Was No More: The Last Soviet Generation” (Her Şey Sonsuzdu, Ta Ki Yok Olana Dek: Son Sovyet Kuşağı) adlı kitabında 1960-80 yılları arasında Sovyet toplumunun işlevsiz, hatta çökkün kamu yaşamına karşı yaşadığı hissizleşme ve kabullenişi anlatıyor.