ABD Yüksek Mahkemesi, ABD sınırları içinde yerleşik olmayan; dolayısıyla Amerikan vergi rejimine, yerel mevzuata ya da yargı yetkisine tabi bulunmayan Türkiye Cumhuriyeti Devletine ait bir kamu bankası olan Halkbank hakkında, New York Eyalet Savcılığı tarafından açılan kara para aklama ve bağlantılı suçlamaları kapsayan davada, Türkiye’nin “dokunulmazlık” talebini, İstanbul’un düşman işgalinden kurtuluşunun 102. yıldönümünde, 6 Ekim 2025’te reddetti.

Buna göre, Türk devletinin doğrudan iştiraki olarak kurulan ve faaliyetlerini sürdüren bir kamu bankası, Amerika Birleşik Devletleri’nde görülecek ceza yargılamasının önündeki son büyük usul engelinin de ortadan kalkmasıyla birlikte artık esastan yargılanacak. Yani Halkbank, tıpkı 2017’de Genel Müdür Vekili Hakan Atilla davasında olduğu gibi, Amerikan ulusal çıkarlarına muhalefetten yargı önüne çıkacak.

Garabet değil mi? Evet, garabet. Ama gerçek.

Bu karar, 2023’te ABD Yüksek Mahkemesi’nin yabancı devletlerin sahip olduğu kamu kuruluşlarının ceza davalarında Yabancı Devlet Dokunulmazlık Yasası kapsamında korunamayacağına ilişkin hükmünün, 2024’te temyiz mahkemesinin “teamül hukuku dokunulmazlığı” gerekçesini reddetmesiyle şekillenen sürecin doğal devamı niteliğinde. Burada “geleneksel koruma”dan kasıt, bir devletin eylemlerinin başka bir devletin mahkemelerinde yargılanamayacağına dair tarihsel anlayış. Ancak özellikle Amerikan dolarının egemenliğine dayanan uluslararası finansal ve parasal düzenin dayattığı küresel hukuk sisteminde bu mutlak koruma alanı, 1980’lerden itibaren hızlanan finansallaşma süreciyle birlikte aşındı. 

1648 yılında Avrupa’da 30 yıl savaşlarından sonra kurulan ve merkez otoritesi güçlendirilmiş ulus devletlere geçişi tanımlayan Westphalia egemenlik normlarını aşan ve bu normların üzerinde şekillenen mali ve parasal hegemonya, devletlerin eylem alanlarını daraltmış; ekonomik ve ticari faaliyet yürüten kurumlar artık “egemenlik tasarrufu” değil, “ticari aktör” olarak görülmeye başlanmıştı. Halkbank davasında da bu yaklaşım benimsendi; banka, devletin bir egemenlik kurumu değil, uluslararası finans sisteminde faaliyet gösteren bir ticari kuruluş olarak değerlendirildi.