Avuçlarımızı gevşettik. Balonlarımızın ipini saldık. O gün, Sancaktepe Meydanı’na gelemeyenler bile yüreğindeki hayali balonları salıverdi gökyüzüne.
Hep beraber başımızı göğe çevirdik. Sarı, pembe, mavi, kırmızı, yeşil, rengarenk balonlarımız aheste aheste uzaklaşırken, havayı kaplayan bir duygu daha da yakınlaştı bize. Ruhlarımızdan içeri usulca süzüldü. Ellerimiz boş kaldı, ama kalplerimiz doluverdi o duyguyla. Uzun süredir özlemini çektiğimiz bir duyguydu üstelik: iyilikte buluşmanın o hafifletici hissi.
Gökyüzüne uçan balonlar, hızla zayıflayan biz olma duygumuza can verdi.
Biz o gün, bir anlığına da olsa, bir günlüğüne de olsa, dayanışmanın içinde erimenin, yeniden biz olmanın o çok özlediğimiz keyfini yaşadık.
Çevre olduk biz
“Bizim fazla çevremiz yok. Oğlum kanseri yendi, balon uçurmak istiyor. Gelir misiniz?”
Bizi harekete geçiren, baban Samet Demir’in bu sosyal medya paylaşımı oldu. Epey bir zamandır yokluğunu çektiğimiz birçok şey vardı bu kısacık notta: samimiyet, içtenlik, sahicilik, kibarlık, duygudaşlığa çağrı, neşeyi paylaşmak için davet.
Hep bir ağızdan “Elbette geliriz” dedirtti okuyan herkese.
Hem biz bilirdik, “fazla çevrenin olmaması” halini.
Bin bir zorlukla okumuştuk ama çevresizlikten iş bulamamıştık mesela. Haksızlığa uğramıştık ama gittikçe yıpranan hatta neredeyse yok olmaya yüz tutan hukuk devleti yüzünden adaletten mahrum kalmıştık.
Çevremiz olmadığı için hakkımızı alamamıştık. Çevresi olanlar, bizim doğamızı ve çevremizi sonuna kadar sömürürken, sağlıksız koşullarda yaşamaya mahkûm edilmiştik.
Bize okullarda “Cumhuriyet, kimsesizlerin kimsesidir” diye öğretmişlerdi ama biz giderek kimsesizleşmiş, çevresizleşmiş, yalnızlaşmıştık. Ama madem ki, şimdi elimize senin sayende çevre olma imkânı geçiyordu, elbette gelirdik.
İyileştik biz
Sen kanseri yenmiştin. İyileşmiştin. Bizim de yenmek istediğimiz toplumsal yaralarımız vardı, bizim de artık iyileşmesini istediğimiz hastalıklarımız vardı.
Yenmeyi en çok istediğimiz toplumsal hastalığımız kutuplaşmaydı. Zira, her bir kesim, diğeri tarafından hasta edildiğini düşünüyordu. Daha doğrusu, iktidar odakları öyle düşünmemizi istiyorlardı.
Bizim yenmeyi istediğimiz bu hastalığı, bir gün bir grubu, ertesi gün başka bir grubu hedef göstererek büyütüyorlardı.
Dünyanın çivisi hızla çıkarken, bilinmezlik her yanı sarmışken, bizi koruyacak olan bağışıklık sistemimiz yani, hakkaniyet ve adalet gözeterek bir arada kalmamızı sağlayan toplumsal sözleşmemiz artık çok zayıflamıştı. Oysa güçlenmeye ihtiyacımız vardı.
Dolayısıyla elbette gelirdik.
Hem iyi bir toplum olmaya da ihtiyacımız vardı. Sen iyileşmiştin, biz de hem iyileşip hem iyilikte buluşan bir toplum olmayı her hücremizle arzuluyorduk.