Gündüz kuşağında ekranlarda asla yer alamayacak korku sinemasının bir alt türü olan "Folk horror" yani "halk korkusu", geleneksel halk kültürüne, kırsal yaşam tarzına veya folklorik unsurlara dayanıyor. 

“Folk horror” filmleri, dışarıya kapalı topluluklarda gelişen şiddet kültürünü doğaüstü unsurlar ve pagan ritüelleriyle harmanlıyor. Bu kapalı topluluklarda işlenen senaryolar, bastırılmış cinsellik ve normlara aykırılık üzerinden ilerliyor. Bu hikayelerin öznesi de genelde kadınlar oluyor. 

The Wicker Man, Midsommar, The Witch türün önemli örneklerinden… Kadın karakterler genellikle geleneksel cinsiyet rollerinin dışına çıkarılarak ya doğaüstü güçlerle dolu gizemli figürler ya da kurban edilecek masum varlıklar olarak sunulur. Pagan ritüeller, bu karakterlerin kaderini belirlemede kilit rol oynar ve kadınlar doğanın döngüsü, ölüm ve yeniden doğuş temalarıyla sıkı bir ilişki içinde gösterilir.

Avusturya’nın bu yılki Oscar adayı olan The Devil’s Bath, folk horror türünün sarsıcı örneklerinden biri. 18.yüzyılda geçen filmin ana karakteri Agnes, komşu köye gelin giden bir kadın. Katı bir din anlayışının hüküm sürdüğü bir ortamda depresyon ve toplumsal baskılarla başa çıkmaya çalışan bu kadının, intihar günah olduğu için bir cinayet işlemeye doğru uzanan tekinsiz hikayesi. 

Film konusunu gerçekten hayattan almış. Erken modern dönem diyebileceğimiz bu yıllarda iktidar toplum üzerinde sert bir hakimiyet kurmaya çalışıyor ve bunu çoğunlukla dini kurumlar ve baskılar yoluyla yapıyor. Bunun altında ezilenler de -çoğunluğu kadın- ebedi bir günah olduğu için intihar edemiyor. Bulunan çözüm ise bir cinayet işleyerek idama mahkûm olmak. Genelde bebek ve çocukları öldürmeyi seçerek, hem kendilerini hem de henüz günahsız olanların ruhlarını kurtardıklarını düşünüyorlar.