Terapi sürecinin hem ağır hem hafifleştirici döngüsüne girenler ya da bir şekilde kendi kendinin terapistliğine soyunanlar bilir: İnsanın aslında kim olduğunu anlaması, hangi tercihinin gerçekten kendine ait, istiyorum dediklerinin kaçının samimi olduğunu fark etmesi zor bir süreçtir.
Ortada yıllar yılı inşa ettiğiniz, kendiniz sandığınız bir “ben” vardır ama onun aslında kim olduğunu görmek bazen şaşırtıcıdır. Kendi karakteriniz, nitelikleriniz ve arzularınızdan değil de başkalarının sizden beklediklerinden menkul bir “yaratık”tır adeta o.
Gün sonunda bu fark ediş elinizde az sayıda seçenek bırakır. Ya o yaratığa boyun eğip onun istekleri doğrultusunda “aman ağzımızın tadı bozulmasın” diyerek yola devam etmek ya da o yaratıkla savaşma cesareti göstermek…
Hangisini seçeceğinizin kararı konusunda ise sizden başka kimseye söz düşmez. Ama farkındalık için işaretler, uyarılar, “şunu hiç düşündün mü” cinsinden sorular iyidir.
Bu hafta kaç kişiye “hayır” diyebildiniz mesela? Aslında hiç kafanız kaldırmadığı halde birinin ayrılık acısının tüm detaylarını dinlediniz mi? Kapasitenizin üstünde olmasına rağmen kaç duruma “ben hallederim” dediniz? Bunların hangilerini gerçekten isteyerek, hangilerini “durumu idareten” yaptınız?
Şöyle bir geriye dönüp baktığınızda hep tatsızlık çıkmasın diye uğraştığınızı görüyorsanız, belki de bir “people pleaser”sınız.
People pleasing, Türkçeye insanları memnun etme olarak çevriliyor ama ardında başkalarını taltif etmekten öte bambaşka psikolojik süreçler yatıyor.
“People pleaser” olmak ne demek?
Bir people pleaser’ın en önemli motivasyonu, başkalarının onun hakkında ne düşündüğüdür.