CHP, 19 Mart’tan beri hemen her güne yeni bir krizle, yeni bir gündemle başlıyor.
Son birkaç haftadır da kurultay davası, CHP’ye kayyum atanması ihtimali, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu göreve talip olması ortalığı karıştırdı. İzmir Belediyesi’nde önceki yönetime operasyon, Özgür Özel’in dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin dosyasının Mecliste komisyona gönderilmesi son gelişmeler…
Tüm bu süreci, iktidarın CHP’ye ne yapmak istediğini, CHP’nin süreci nasıl okuduğunu ve oyun planını; partiyi çok iyi bilen, gençlik kolları eski başkanı, CHP üzerine pek çok önemli kitabın yazarı, siyaset bilimci ve İstanbul milletvekili Doç. Dr. Yunus Emre ile konuştuk.
Emre aynı zamanda Kemal Kılıçdaroğlu’nu yakından tanıyan ve onun döneminde vekil seçilmiş biri, Kılıçdaroğlu’nun tutumunu da kendisine sorduk.
19 Mart’ın üzerinden 100 gün geçti. Toplamda 11 belediye başkanı, onlarca insan tutuklu. Son olarak da İzmir’de önceki yönetim ekibine yönelik bir operasyon yapıldı. Operasyonlar, Özgür Özel’e yumruk, günlerdir gündemi meşgul eden kurultay davası ve hararetlenen parti içi tartışmalar… 2 Temmuz’da da Özgür Özel’in dokunulmazlığının kaldırılmasına yönelik dosya Mecliste komisyona gönderildi. Bu tabloyu nasıl okuyorsunuz?
Kurultay davası başlı başına kendisi bir vaka değil. Türkiye'de son birkaç yılda yoğunlaşan gelişmelerin bir parçası. İktidar demokratik yollarla, seçimle yönetime gelmiş olmasına rağmen seçimlerle gitmek istemiyor ve bunu yapmak için de Türkiye'de bir rejim değişikliği planını uygulamaya koymuş görünüyor.
Merkez medyanın son 10 yılda neredeyse tamamının ortadan kaldırılmış olması, yargının iktidar denetimine tam anlamıyla alınmış olması, ülkenin güvenlik konularının partizan bir biçimde ele alınıyor olması gibi birçok gelişme bize şunu gösteriyor ki, Türkiye'de bütün problemlerine rağmen yönetimin sandıktan çıktığı rejim, iktidar tarafından iptal edilmek isteniyor.
Bunun yerine seçimlerin göstermelik olduğu, kazananın baştan belli olduğu, rekabetin gerçek olmadığı bir düzen isteniyor.
Cumhuriyet Halk Partisi de burada oyun bozan konumda, bu gelişmelerin karşısında bir direniş gösteriyor. “Hayır olmaz. Türkiye’de iktidar seçimle değişecek ve biz iktidara geleceğiz” diyor ve hazırlanıyor, programlar oluşturuyor, aday tespit ediyor, siyaset yapıyor.
İktidarın planlamasının özünde CHP’ye bir şekilde siyaset yaptırmama amacı var.
Bugün hedef, CHP’ye siyaset yaptırmamak ama yöntem, geçmişte 12 Eylülcülerin yaptığı gibi partinin kapısına kilit vurup resmî bir kapatma kararı almak şeklinde değil; cumhurbaşkanı adayını, belediye başkanlarını cezaevine kapatma, haksız soruşturmalarla partiyi meşgul etme vb yöntemlerle bunu yapmaya çalışıyorlar.
Kurultay davası da bu büyük fotoğrafın içerisinde, adı öyle olmasa da bir kapatma davasıdır. Kapatma davaları Anayasa Mahkemesi tarafından görülür ama burada tek hakimli bir Asliye Mahkemesi eliyle CHP’ye yönelik bir kapatma davası var.
Kemal Kılıçdaroğlu kayyum teklifini kabul edeceğini açıklayınca partide iç tartışmalar başladı. Siz Kılıçdaroğlu'nu çok iyi tanıyorsunuz. Onun döneminde milletvekili oldunuz. Kılıçdaroğlu'nun çıkışı size ne düşündürdü?
Bizler Kılıçdaroğlu'na CHP'nin genel başkanı, partiye emek vermiş bir insan ve büyüğümüz olarak hep çok saygılı olduk. Ama bu son durum gerçekten dehşet verici.
Bir parti kapatılmak isteniyor. O partinin en önemli ilindeki belediye başkanı tutuklanıyor; bu, Cumhuriyet tarihinde ilk defa gerçekleşiyor. Ayrıca bu belediye başkanı partinin ilan edilmiş cumhurbaşkanı adayı. Milyonlarca insan ön seçim sandığında ona oy vermiş. Ayrıca tüm baskı ortamına rağmen, tüm araştırma ve anketlerde CHP şimdiye kadar almadığı düzeyde bir oy alıyor. CHP çok yoğun bir siyasi faaliyet yürütüyor, haftada en az iki miting yapıyor, birisi İstanbul'da, birisi de Anadolu'da bir şehirde. Tutuklamaların üzerinden 100 gün geçmiş olmasına rağmen güçlü bir toplumsal direniş var. Gençler, öğrenciler, partililer bu gidişata boyun eğmiyor, Türkiye'deki demokratik rejimin iptal edilmesi girişimine izin vermiyorlar.
Bu şartlarda, partinin eski genel başkanı olarak Kılıçdaroğlu'nun bu direnişi yürüten insanları cesaretlendirmesi, onlara moral vermesi, dayanışma içerisinde olması beklenir. CHP’ye yönelik iktidar eliyle yürütülen saldırılarda net bir tutum beklenir. Ama burada Saygı Öztürk'ün ve İsmail Saymaz'ın yazdığı ve yalanlanmayan açıklamalara baktığınızda, ayrıca Ekrem Başkan'ın cezaevinden nasıl bir hissiyat içerisinde bulunduğunu ortaya koyan açıklamalarına baktığınızda, Kemal Bey’in maalesef beklendiği gibi davranmadığı ve bu dayanışma içerisinde olmak yerine, o mahkeme kararı ile ilgili bir beklentisi varmış gibi bir manzara ortaya çıkıyor.
Ama daha kötüsü, kamuoyuna Kemal Bey adına açıklamalar yapan, onun sözcüsüymüşçesine sosyal medyada ve iktidara yakın medyada konuşan insanlara baktığınızda, daha da dehşet verici bir manzara var. İktidarın bize yönelik suçlamaları, iktidarın kullandığı dili tekrar ederek gündeme getiriliyor ve bu maalesef sanki Sayın Kılıçdaroğlu adına yapılıyor.
Ayrıca bütün bu süreç içerisinde çok ciddi insani mağduriyetler yaşanıyor. Birkaç gün önce Silivri ve başka cezaevlerinde tutuklu bulunan arkadaşların aileleriyle buluştuk. Öyle insan öyküleri var ki, çok üzüntü ve ızdırap verici. Onları dinlediğinizde, bu kötülüğün yapıldığı bir ortamda, bir insan, bir CHP’li dayanışma içinde bulunmazsa, kendini bu CHP ailesinin de dışına çıkarmış olur diye hissediyorsunuz.
Kemal Kılıçdaroğlu hukuki süreci beklemek gerektiğini savunuyor.
Bu kadar yoğun saldırılar altında bir mahkeme kararı sonucunu konuşuyoruz. Ama biz yıllardır bu mahkeme kararlarının yarattığı adaletsizliklere karşı mücadele ederek bir noktaya geldik. Enis Berberoğlu müebbet hapse mahkum edildi, ardından iyi halden 25 yıl ceza verildi. CHP tarihinde ilk defa mecliste görevli bir milletvekili cezaevine kondu. Biz “Mahkemenin devamı var, temyizi var, onu bekleyelim” ya da “Mahkemelerin kararlarına saygı duymak mı gerekir” demedik. 25 gün süren, o döneme kadar yapılmış, herhalde Cumhuriyet tarihinin en önemli sivil itaatsizlik eylemini yaptık, adalet yürüyüşünü gerçekleştirdik. Kemal Bey en önde yürüdü. Bu yürüyüş, CHP’lilerin adaletsizlikler karşısında nasıl tutum aldığının bir örneğiydi.
Canan Kaftancıoğlu birtakım sosyal medya paylaşımları nedeniyle hapse mahkum edildi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca parti üyeliğini sonlandırdı. Kemal Bey İstanbul'a geldi, hep birlikte “Canan bizimdir. O mahkeme kararını tanımıyoruz. İl Başkanlığı görevine Kaftancıoğlu devam edecektir” dedik ve seçimlerde de beraber çalıştık.
Bütün bu yaşananlar bizi çok üzüyor.
Ekrem İmamoğlu'nun bu olaylarla ilgili açıklama metnini de lütfen tekrar bir okuyun. İstanbul gibi bir metropolün üç defa seçilmiş belediye başkanısınız. Cumhurbaşkanı adayı olmak için bir yola çıkmışsınız. Ön seçimlere birkaç gün kala diplomanız iptal ediliyor. Gözaltına alınıyorsunuz. Dört gün Vatan Emniyet'in bodrumunda çok kötü koşullarda tutuluyorsunuz. Silivri Cezaevi’ne kapatılıyorsunuz, orada ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış insanların kaldığı koşullarda kalıyorsunuz. Her gün sizinle, ailenizle, yakınlarınızla, çalışma arkadaşlarınızla ilgili iktidar medyasında iftiralara dayalı kampanyalar yapılıyor. Ama Kılıçdaroğlu'yla yaşadığınız diyalogların üzüntüsü ve size hissettirdikleri bütün bu mağduriyetlerden daha ağır oluyor. Bunun üstüne düşünmek lazım.
Burada en başta Sayın Kılıçdaroğlu şapkayı önüne koyarak, “Ben ‘evladım’ dediğim İmamoğlu’na o koşullarda cezaevinde yatarken bu şekilde hissettirecek ne yaptım acaba?” diye en başta kendisi kendisine sormalıdır. En önemli bekçi insanın vicdandır.
Kemal Kılıçdaroğlu tutumunu nasıl meşrulaştırıyor olabilir?
Tam olarak bilemiyorum tabii ama anladığım kadarıyla Kemal Bey CHP'lilerle de kişisel bağını çok kesmiş gibi görünüyor. Çünkü CHP’lilerle irtibatlı olsa, CHP'lilerle iç içe olsa, parti örgütü içinde çalışan arkadaşlarımızla görüşüyor olsa böyle bir çizgide olmazdı diye değerlendiriyorum.
İktidarın denetiminde, iktidardan izin alınarak, iktidarın çizdiği sınırlar içerisinde bir muhalefet gerçek bir muhalefet değildir. CHP o hale getirilemez. CHP yok olur ama iktidarın denetiminde bir muhalefet partisi haline gelemez.
Sayın Kılıçdaroğlu'nun tekrar genel başkan olmak gibi bir isteği varsa, bunun yolu bir mahkeme kararı ile oraya dönmek değildir. Bunun yolu, önümüzdeki parti içi yarışa girmek, orada aday olmak ve kendini partililerin karşısına çıkartmaktır.
Kurultay davası 8 Eylül’de görüşülecek. Kılıçdaroğlu’nun kayyum olarak atanması da olasılıklar dahilinde. Siz parti örgütünü çok iyi tanıyorsunuz. CHP örgütü ve seçmeni böyle bir tabloya nasıl tepki verir?
Birkaç sebeple çok ağır tepki verir. Birincisi, yerleşik hukuk düzeni açısından bu olabilecek bir olay değil. Bunları çok konuştuk, mutlak butlan, vs… Bu söyleşinin konusu olmadığı için çok detaya girmiyorum.
Sonuç olarak çok ağır bir hukuksuzluk olduğu için büyük bir tepki verir.
İkincisi, bu, Özgür Özel, Kemal Kılıçdaroğlu, Ali, Veli meselesi değil, bu CHP’ye yönelik siyaset yaptırmama kampanyasının en radikal ve sonuçları itibariyle de CHP'yi kapatmak anlamına gelen bir girişimi olur. O nedenle de CHP’liler bunu büyük bir tepki ile karşılarlar.
Bunun sadece CHP'nin meselesi olmadığını gören vatandaşlarımız da, toplumun farklı kesimleri de buna büyük tepki gösterir. Çünkü vatandaşlarımız bu olayı bir mahkeme bir karar verdi şeklinde tercüme etmezler, iktidar muhalefeti imha yoluna girmiş ve bir dahaki seçimleri gerçek bir seçim olmaktan çıkartmak üzere bunu yapıyorlar diye değerlendirir. Kabul görmeyeceğini, vicdanlara sığmayacağını açıklıkla biliyorum.
CHP bu dava ile ilgili tüm senaryolara hazırlıklı mı? Konuşulan senaryolardan biri de CHP'nin bölünmesi, Özgür Özel ve onunla birlikte hareket edeceklerin ayrı bir parti kurması. Bu, kuvvetli bir ihtimal mi?
Böyle bir konuşma, anlayış yok. Ama özellikle iktidara yakın medyada güya sanki böyle bir hazırlık yapılıyormuş gibi yayınlar yapılıyor. Buna çok üzülüyorum çünkü bunu söyleyen insanlar geçmişte CHP’den milletvekili olmuş, parti yöneticisi olmuş insanlar. Demek ki partilerine bağlılıkları bu kadarmış. Kendi zihin dünyalarında birtakım şeyler büyütüyorlar ve tv’lere çıkıyorlar. Bunlardan bir tanesi de kamuoyunda Işıkçılar Cemaati diye bilinen Türkiye Gazetesi'nin televizyonu TGRT… Bu televizyonun bütün gündemi CHP ve yapılan yayınlarda şunu görüyorum, eski AK Parti milletvekilleri bile bizim eski CHP’lilerden daha insaflı. Bu da aslında Türkiye'de CHP’nin ne kadar ağır bir saldırıyla karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
CHP bizim için çok önemli. Rahmetli Deniz Baykal zamanında ben gençlik kolu başkanıydım. Bir gün şöyle bir konuşmasını hatırlıyorum, “12 Eylül CHP’yi kapattı. Tekrar açtık ama CHP’nin Türk siyasi yaşamında eskiden olduğu işlevleri yüklenebilmesi hemen mümkün olmadı. Bizim temel mücadelemiz Türkiye'ye CHP’yi kazandırmak. Türkiye'nin CHP’ye, CHP’nin fikriyatına ihtiyacı var” demişti. Bu çok önemli bir çıkıştı. Çünkü CHP’nin kuruluşundan getirdiği kadın erkek eşitliği, milli egemenlik, laiklik, hukuk devleti anlayışı, barış gibi çok temel prensipler var. Bunların Türkiye'de Cumhuriyet tarihi içerisinde çok örselendiği devirler oldu. CHP de o dönemlerde kapatılmış olduğu ya da kendi iç tartışmalarına sürüklendiği için, özellikle 1980 darbesinden sonra, bu değerler layıkıyla savunulamadı. O nedenle CHP'liler hep Türkiye’nin CHP’ye ihtiyacı var, bizim CHP'yi var etmemiz gerekir diye düşünürler.
Partimizin böyle bir tartışmanın içine sokulmasını da hiç doğru bulmuyoruz.
Esenyurt Belediye Başkanı’nın tutuklanmasıyla başlayan ama 19 Mart’tan sonra iyice hızlanan sürece baktığımızda CHP ile ilgili her gün yeni bir gelişme oluyor. CHP bütün bunlara ve olacaklara hazırlıklı mı? Bir stratejisi var mı? Yoksa olaylar geldikçe mi stratejiler belirleniyor?
Tabii bir temel strateji var: vatandaşın aktif desteğini partinin yanında tutma, partinin iktidar tarafından izole edilip devre dışı bırakılmasının karşısına geçmek üzere farklı toplumsal kesimlerle işbirliği içerisinde olma, hukuk alanında mahkemelerde mücadeleyi yürütme ama bir yandan da vatandaşa bu konuyla ilgili gerçekleri anlatma yani siyaset yapma…
Ama iktidarın hukukla sınırlandırılmadığı bir ortamda, iktidarın yapacaklarının bir sınırı yok. Bunu görmek lazım. Burada temel hadise, CHP'nin yalnız olmaması, vatandaşların güçlü bir desteğine sahip olması. Birincisi bu…
İkincisi, Türkiye'de iktidarda bulunanlar Türkiye'yi Rusya yapmak ve kendileri de Putin olmak istiyorlar. Ama burası Rusya değil, burası Türkiye. Türkiye'de muhalefetin imha edilmesine yönelik bir plan başarılı olamaz. Türkiye'de vatandaşlar oy vermenin önemli olmasının değerini biliyorlar. O nedenle de en başta vatandaş buna izin vermeyecektir. Biz de CHP olarak mücadelemizi yürüteceğiz. Bununla ilgili bütün hazırlıklarımızı da kendi açımızdan yapıyoruz.
Bir de, bazen iktidar tarafı çocukça düşünebiliyor. 2015'in seçimlerinden sonra Milliyetçi Hareket Partisi bünyesinde yaşanan tartışmalar olmuştu. O süreçte mahkemeler yoluyla Bahçeli yönetiminin orada kalması sağlanmıştı. Bu tür şeylerin CHP için de geçerli olabileceği düşünülüyor. Bu CHP'de olmaz. CHP bu gelişmelerin anlamının ne olduğunu bilen üyelere sahiptir.
19 Mart’tan bu yana CHP toplumsal muhalefeti canlı tutabildi, AK Parti’nin kalesi olarak nitelendirilen yerlerde mitingler yaptı. Ama yaz geldi, okullar tatil oldu. Şehirler boşalıyor. İnsanlar gündem yorgunu. CHP muhalif kamuoyundaki bu hareketliliği koruyabilecek mi?
Daha ilk günden itibaren bu endişe vardı. Genel Başkan akşam Saraçhane’de toplanma çağrısı yaptığında, acaba İstanbullular gelir mi diye endişelenen arkadaşlar vardı. Son derece büyük bir katılım oldu. Sonraki günler, acaba uzatıyor muyuz, günler geçiyor, acaba yarın gelecek mi bu insanlar diye düşünülüyordu. Bir hafta boyunca her gün çok daha yoğun bir katılım oldu.
19 Mart’tan sonraki pazar günü, önseçime gelir mi insanlar İmamoğlu için sandıklara diye bir endişe vardı. 15 milyon vatandaşımız geldi. Maltepe'de bir miting kararı almıştık. O miting bayramın hemen öncesinde olduğu için, 2 günlük bayram tatili iktidar tarafından 9 güne çıkarıldığı için, acaba insanlar gelecekler mi derken çok büyük bir Maltepe mitingi gerçekleşti. Bu hafta Saraçhane’deki 100. gün mitinginde binlerce insan vardı.
Bu endişe baştan beri söyleniyor. Ama baştan beri vatandaşın İmamoğlu'na, CHP'ye, Özgür Özel'e, Atatürk'ün ilkelerine olan bağlılığı eksilmiyor. Aksine büyük bir sahiplenme var. Tabii ki belki ilk günkü yoğunlukta sürmüyor ama insanlarda bu direnişin geleceğine ilişkin ümitli bir iklim var.
Yeni yöntemler de bulunabilir. Neticede bu, dünya demokrasi tarihine geçecek bir direniş. Bu kadar uzun süre hukuk, demokrasi ve insan hakları için karşı koyan insanların çok az örneği vardır, Türkiye tarihi bir dönemden geçiyor.
Çözüm sürecini de sormak istiyorum size. DEM Parti 17 Haziran’da Ekrem İmamoğlu ile görüştü. CHP sürece desteğini zaten belirtti ve Özgür Özel mecliste bir komisyon kurulsun dedi. CHP bu yeni çözüm süreci konusunda tam olarak nerede duruyor? Kırmızı çizgileri neler ve bu sürece ne kadar dahil olacak?
Türkiye’nin yakın dönem tarihinden şunu biliyoruz, demokrasinin gerilemesi Kürt sorununun daha da kötü bir noktaya gitmesini beraberinde getirmiştir. Ve Kürt sorununun daha da kötüye gitmesi Türkiye'deki antidemokratik uygulamaların da bir bahanesi olmuştur. Böyle birbirini yeniden üreten bir sarmal var.
Bu nedenle biz terör örgütünün sona ermesi bir tarafa, topyekün Kürt sorununun Türkiye'nin gündeminden çıkması konusuna Türkiye'nin demokratikleşmesi perspektifinden bakıyoruz. Kürt sorununun da özünde bir demokrasi meselesi olduğunu düşünüyoruz. Bu nedenle hukukun, insan haklarının, demokrasinin bu kadar gerilediği, bütün yetkilerin merkezde, Saray’da toplandığı bir ortamda, bırakın tarihi kökenleri olan ve Türkiye'nin çok ağır bir meselesi olan Kürt sorununu, Türkiye'nin hiçbir sorununun çözülemeyeceğini düşünüyoruz.
O yüzden burada demokrasiden yana olan güçlerin gerçekten bir arada olmasını ve Türkiye'nin demokratikleşmesi için her ne gerekiyorsa bunların yapılmasını düşünüyoruz.
Tam olarak neyi kastediyorsunuz? Nasıl bir arada olabilirler? Ne yapabilirler?
Kürt sorununun çözülmesi ve genel olarak terörün sona ermesi, Türkiye'nin önüne şöyle bir fırsat da koyacaktır. Bir yanıyla Türkiye'de ilerici siyasetin, solun topyekun bütün Türkiye sahasında, ülkemizin 81 ilinde, iktidar perspektifiyle var olmasına yardımcı olacaktır. Bunun çok önemli olduğunu düşünüyorum.
Türkiye'de terörün bittiği bir ortamda Türkiye'nin genelinde CHP ile DEM Parti’nin dahil olduğu, başkalarının da tabii içerisinde olabileceği ve Türkiye'de iktidara gelme amacıyla siyaset yapan bir birlik olabilir.
Ama bu birliğin ayrı partileri olabilir, ayrı örgütleri olabilir. Türkiye'nin her yerinde aynı stratejiyle yol almayabilirler, bazı illerinde ayrı listelerle girebilirler, bazı illerinde birleşik listelerle girebilirler.
Sonuç olarak aslında terörün sonu ermesi ve Kürt sorununun çözülmesi Türkiye'de ilerici siyasetin önünü çok açacaktır. Hatta Avrupa Birliği ile de yeni süreçlerin kapısını açabilir.
Çözüm süreci AB üyeliğinin kapısını açar mı?
Biz gerek Osmanlı döneminde gerek Cumhuriyet döneminde idare hukuku ve devletin teşkilatlanması bakımından kendimize kıta Avrupası ülkelerini esas aldık. Ama Fransa, İtalya, İspanya gibi ülkeler 1980'lerden sonra yerel yönetimlere çok farklı yetkileri de veren ve o eski merkeziyetçi anlayışın yerine yereli ön plana çıkartan bir idari yapılanmaya gittiler.
Türkiye ise 1980'li yıllarda yükselen siyasal şiddet ve PKK terörü nedeniyle bu yerelin öne çıkması adımlarını gerçekleştiremedi.
Hâlâ merkeziyetçi uygulamalar ve tüm yetkinin Ankara'da bulunması sürüyor.
Kürt sorununun Türkiye'nin gündeminden çıkması ve terörün sonlanması bir yanıyla yerel yönetimlerin güçlendirilmesine yardımcı olacak bir konudur.
Şimdiye kadar hep yerel yönetimlerin güçlendirilmesinin Türkiye'nin bölünmesiyle sonuçlanacağı gibi bir perspektif ortaya konuluyordu.
Aksine yerelin güçlenmesi Türkiye'nin bütünleşmesine daha da yardımcı olabilir.
Bu meseleler başarılırsa bu türden yerel yönetimin güçlenmesi de beraberinde gelir diye umut ediyorum. Buna ilişkin biz de mücadele yürütüyoruz. En başta kayyum uygulamalarının sona ermesi ama en önemlisi, Avrupa Birliği'nin ve Avrupa Konseyi'nin de çok temel ilkelerinden birisi olan, yerellik (subsidiarity) ilkesinin anlamı, kamusal işlerin halka en yakın yereldeki birim tarafından görülmesi konusudur.
Yerel yönetimler güçlenirse Türkiye'nin Avrupa ailesi içerisinde bir şekilde daha etkili olması ve Avrupa Birliği üyeliği dahil olmak üzere demokratikleşme ile ilgili perspektiflerin Türkiye'de güç kazanması anlamına gelir.
Siz CHP tarihine de çok hakim, bu alanda çok önemli çalışmalar yapmış bir akademisyensiniz. Özgür Özel'in genel başkanlığıyla başlayan CHP, geçmiş dönemleri düşündüğünüzde önceki CHP'lerden hangisine benziyor? CHP tarihi bu dönemi nasıl yazacak?
CHP 100 yılı aşkın tarihi olan bir parti. Genel başkanların sayısı da çok değil.
Atatürk, İnönü, Ecevit, Baykal, Kılıçdaroğlu, Özgür Özel ve arada kısa sürelerle genel başkanlık yapan birkaç isim.
Ama genel başkanlık, partinin politikalarının belirlenmesinde, doğrultusunun, stratejisinin tayin edilmesinde, temel tercihlerinde çok belirleyici.
Genel başkanlar değiştiğinde birçok şey değişmiş. Mesela İsmet İnönü ve Bülent Ecevit’in dönemleri arasında büyük farklılıklar var. Tabii son dönemde de büyük farklılıklar var.
Bir siyasetçi, milletvekili olarak değil de bir gözlemci, eski bir hoca olarak değerlendirmelerimi paylaşayım.
Birincisi, geçen dönem daha çok ‘Bizim oylarımız seçimleri yüzde 50'yi almaya yetmiyor. O zaman başka kesimlerden de oy almak üzere birtakım ittifaklar, birliktelikler inşa etmeliyiz’ düşüncesi merkezdeydi.
Bu dönem ‘Kendi tabanımızı genişletmeliyiz. Bunu yaparken de örgütümüzü, siyasetteki öz varlığımızı harekete geçirmeliyiz’ düşüncesi hakim.
İkincisi, CHP hep iktidar baskısıyla karşı karşıyaydı ama bu dönem CHP’ye siyaset yaptırmamaya, CHP’yi fiilen kapatmaya dönük bir gayret var. Buna karşılık da yürütülen çok sert bir mücadele, çok yoğun bir siyasi faaliyet var.
Üçüncüsü, geçen dönem yine diğer partilerle ortaklaşa politikalar oluşturma çabası vardı. Mutabakat metnini altı parti kabul etmişti, güçlendirilmiş parlamenter sistem başlıklı bir tasarımla yeni bir Türkiye'nin nasıl yönetileceğine ilişkin bir model ortaya konulmuştu.
Bu dönem ise CHP'nin kendi tüzüğünü, kendi programını yenilemeye yönelik çalışmaları yoğunlaşıyor.
Bir de, tabii, Ekrem Bey'in cumhurbaşkanı adayı olarak bir iktidar programı oluşturması çabaları vardı. Ama Mehmet Ali Çalışkan gibi, Necati Özkan gibi, Ekrem Bey'le çalışan profesyonel araştırma, reklam, kampanya stratejisi gibi konularla ilgilenen insanlar cezaevine konuldu.
Ben birkaç ay önce AKP'nin kurulduğu dönemde çok etkili bir konumda yer alan siyasetçi Beşir Atalay’ın anılarıyla ilgili bir yazı yazmıştım.
Atalay, bu etkisini de önemli ölçüde Anar isimli bir şirketi kurup onu yönetmesinden alıyor. Çünkü Refah Partisi ve Fazilet Partisi günlerinde, Yenilikçi Hareket denen siyasi ekibin politikalar oluşturma, söylem geliştirme konularında onun yoğun bir faaliyeti var.
Bu kitaba baktığınızda bir hareketin iktidara nasıl gelindiğini, iktidara nasıl hazırlandığını görüyorsunuz.
Ekrem Bey'in de yürüyüşünde aslında böyle bir benzerlik var. O da bir siyaset planlaması, söylem geliştirme, kampanya stratejisi çalışmaları yapmaya çalıştı.
Zaten o kitabı okuduğunuzda Mehmet Ali Çalışkan’ın, Necati Özkan'ın, İstanbul Planlama Ajansı Başkanı Buğra Gökçe'nin, önceki başkanı Emrah Şahan'ın neden cezaevinde konulduğunu da görüyorsunuz.
Bu dönemin farklılıkları bir yana genel olarak siyaset farklı…
Nedir bugünkü siyasetin farklılıkları?
Günümüzde ideoloji çok ön planda değil. Artık dijitalleşme çağındayız.
Görsellik daha ön planda. İnsanlar kendilerini fotoğraflarla, videolarla ifade ediyorlar.
Siyaset de daha çok düşünce akımları, ideolojik tartışmalar ile değil, birtakım günlük tüketime yönelik söylemler, her gün yeniden şekillenen, yeni yeni tartışmalarla kendine bir yol bulan, daha çok semboller ve değerler üzerinden şekillenen bir siyaset gündemi var.
Bu, bütün dünyada böyle.
CHP’nin iktidar olabilmesi için CHP örgütünün de değişmesi, dönüşmesi gerektiği CHP çalışan pek çok siyaset bilimcinin tespiti. Peki, şu anda CHP nasıl bir süreçten geçiyor? Dönüşüyor mu?
Buna ilişkin yorum yapmak için biraz erken. Birçok yerde genç il başkanlarımız, ilçe başkanlarımız var ama hâlâ önceki kuşağın değerleri ve iş yapma biçimi siyasi kültürümüze hakim. Ama halihazırda değişiyor.
Ancak esas değişim, zihniyet ve kuşak değişmesiyle gözlemlenebilir. O şu anda gerçekleşiyor ama tamamlandı diyemeyiz.
CHP'nin gençlere ulaşması konusunda gözde görülür bir fark var.
Evet, bunun da bazı gelişmelerle beraber düşünülmesi gerekiyor. Bir defa yüksek okullaşma Türkiye'de çok arttı, yüzde 45'in üzerinde bu oran. Açık öğretim dahil üniversite öğrencilerinin sayısı 7-8 milyon bandında.
Anadolu şehirlerinde birçok insanın aslında beğenmediği ama çok büyük bir toplumsal dinamik, değişim anlamı taşıyan, adına taşra üniversiteleri denen kurumlar var.
Oralarda üniversite yönetimleri kötü, ehliyet liyakattan uzak atamalar vs var ama gerçekten çok iyi niyetli, çalışkan, çok iyi yerlerde doktoralarını almış, topluma hizmet etmek isteyen, araştırmalar yapmak isteyen genç akademisyenler de var.
Oralardaki genç üniversite öğrencileri, milyonlarca insandan bahsediyoruz.
Bu kesim dünyaya açık, değişim programlarına dahil olup Avrupa'ya gitmek istiyor, vize engellerinden kurtulmak istiyor, hepsi internet teknolojilerini kullanıyor, dijital medyayı, sosyal medyayı takip ediyor.
Tabii AKP döneminin ekonomik politikalarının en büyük kaybedenleri gençler, özellikle eğitimli, beyaz yakalı kesim.
Sonuç olarak bu toplumsal, ekonomik, kültürel gelişmeler bize ciddi fırsatlar sunuyor muhalefet olarak.
Anketler ve Saraçhane’ye gelen gençler bir iletişimin kurulduğunu gösteriyor.
Özgür Bey bu konuda çok becerikli, gençlerin ilgisini çekecek kavramları, onlara uygun bir söylemi ortaya koyabilecek sembolleri ustalıkla seçiyor ve gündeme getiriyor.
Kendisinin de genç bir kızı var, yeni mezun, haliyle gençlerin yaşadığı ızdırabı ciddi bir şekilde gözlemleyebiliyor.
Özgür Bey'in en büyük kabiliyetlerinden birisi de empatisi çok güçlü.
Empati sadece kendini başkasının yerine koymak değil, onun içinde bulunduğu koşulları da gözeterek oraya koymak.
Özgür Bey bunu yapabildiği için de o gençlerin duygularını harekete geçirebiliyor. 19 Mart'ta gençlerin katılımı çok önemliydi ve bir eşiğin aşılmasında İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin barikatları aşması çok önemli bir dönüm noktası olmuştu.
CHP şu an birçok cephede mücadele yürütüyor ama CHP’nin politika üretmesinin ya da üretse bile halka aktarmasının önünde engel mi bu? Bunu ne zaman yapacak, seçmende bu güveni nasıl sağlayacak?
19 Mart sürecine biz “darbe girişimi” diyoruz. Bunun örtülü amaçlarından birisi de zaten CHP'ye bu sorduğunuz şeyi yaptırmamak. Bütün gündeminizi sınırlamanız isteniyor. Başka bir şeyle meşgul olamıyorsunuz. Toplum çok yoğun sorunlarla karşı karşıya ama sanki sizin gündeminizle toplumun gündemi arasında bir farklılaşma ortaya çıksın isteniyor.
İktidarın temel politikalarından birisi bu yani CHP'yi bu konularla meşgul etmek hatta bir de mümkünse kendi iç tartışmalarının içerisine hapsetmek.
Böylelikle sokaktaki vatandaşla CHP arasında bir mesafenin oluşmasını sağlamak.
Birçok siyaset bilimci CHP'nin hâlâ tepkisel bir siyasetten gündemi belirleyen siyasete geçemediğini ama aslında yapması gerekenin bu olduğunu söylüyor. Bunu nasıl başaracak CHP?
İktidar bütün devlet aygıtına, güvenlik sektörüne, yargıya, mülkiyeye hakim. Ve halkın doğru şekilde bilgilenmesinin önünde büyük engeller var. Kamu yayıncılığı yapan kuruluş çok yanlı. Merkez medya tamamen iktidarın yönetiminde.
Ortadaki ya da muhalefete yakın olduğu düşünülen kuruluşlar üzerinde de çok büyük bir baskı var.
Bu şartlarda muhalefet yaratıcı birtakım yöntemler bulmak durumunda. Ama yüz yüze insanlarla temas içinde olmanın ve vatandaşla parti örgütü arasındaki bağın güçlü olmasının etkisi muazzam oluyor.
Biz bunun çok önemli ve ilginç örneklerinden birisini Kastamonu'da gördük.
Orada bir grup üniversite mezunu, sol görüşlü gençler CHP’ye girdiler, ilçe kongrelerinde başarılı oldular. Hasan Baltacı il başkanı oldu. O ekibin çalışmalarıyla daha önce milletvekili çıkartamadığımız kentte vekil çıkardık, sonra da herkesi şaşırtan bir şekilde Kastamonu Belediyesi'ni kazandılar.
Hep “Toplum muhafazakar, sola oy vermezler” diye ezbere nutuklar atılıyor. Kastamonu, böyle olmadığını gösteren önemli bir örnek.
Siz insanlara onların sorunlarının farkında olduğunuzu, bunları çözmek için bir programınız olduğunu gösterirseniz ve gerçekten insanların duygularına seslenirseniz, bir samimi politikacı olduğunuzu onlar görürse oy veriyorlar.
İyimser olmak lazım, mücadeleci olmak lazım. Siyaset, özellikle solda siyaset toplumsal değişimi gerçekleştirme amacındadır.
Necip Fazıl meşhur bir şiirinde der:
Akrebin kıskacında yoğurmuş bizi kader.
Aldırma, böyle gelmiş, bu dünya böyle gider!
Aziz Nesin de ona cevaben “Böyle gelmiş, böyle gitmez” diyor.
Bizimki Necip Fazıl'ın dediği gibi “böyle gelmiş böyle gider” demeyenlerin, “Böyle gelmiş ama böyle gitmez” diyenlerin yolu.
CHP'nin önündeki en önemli risk sizce ne?
Risk, Türkiye'nin seçimlerin anlamını yitirdiği bir ülke haline gelmesi.
Bu Türkiye'nin problemi ve çözümünü de Türkiye bulacak yani CHP tek başına bulmayacak. İnsanlar CHP'nin ve CHP'lilerin problemi diye düşünürse yanılırlar.