Araştırmalar Türkiye’nin iklim krizinden en çok etkilenen coğrafyalardan birinde olduğunu gösteriyor. Bilim insanları, 2050’lerde beklenen koşulları, yani aşırı hava sıcaklığını, kuraklığı, yangınları, sel felaketlerini, heyelanları şimdiden yaşamaya başladığımızı söylüyor. Orman yangınları artık çoğumuz için, yaz aylarının gelmesinden korktuğumuz bir kabusa dönüştü. Milyonlarca yaban hayvanımızla birlikte binlerce hektar ormanımızı kaybettik, kaybetmeye de devam ediyoruz.
Ülkeyi yönetenler, bilim insanlarının tüm uyarılarına rağmen, yangın felaketlerinden ders almamakta direniyor. Her yıl aynı çaresizlik, aynı acılar yaşanıyor. Ülkenin en önemli bütçe kalemlerinden biri orman yangınları ile mücadele olmalıyken, ne o gece görüşlü, büyük kapasiteli uçaklar alınıyor; ne de ormanla mücadele ekipleri ve yangına dayanıklı ekipmanları artırılıyor.
Yanan alanların tekrar ağaçlandırılacağına inanmak istiyoruz, iktidar temsilcilerinden buna dair sözler duymak istiyoruz. Ama büyük bir şüphe var içimizde. Daha günler önce, tüm toplumsal tepkiye, köylülerin direnişine, açlık grevine rağmen mecliste alelacele onaylanan torba yasa, maden şirketlerine yeni olanaklar tanıyor çünkü. Artık onlar için zeytinliklerde maden aramak daha kolay.

Doğayı koruyacak tüm yasaları ezip geçen bu torba yasa, Anayasa Mahkemesi’nden döner mi? Bu süreçte, yasada koordinatları belli zeytinliklere kömür çıkarmak için bir müdahale gelirse, neler olabilir? Her bir ormanımızı, zeytinliklerimizi, su kaynaklarımızı, tarım arazilerimizi en üst seviyede korumamız gereken bir dönemde, biz neden bunları yaşıyoruz?