Şu anda Kanal İstanbul’a karşı bilim insanlarının, sivil toplum örgütlerinin, çevrecilerin hep birlikte verdiği mücadelenin bir benzeri, yıllardır Mersin Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ne karşı veriliyor.
Bu süreçte bir deprem ülkesi olan Türkiye için, nükleer enerjinin uygun olmadığı, Çernobil gibi uluslararası bir çevre felaketinin yaşanabileceği uyarıları yapıldı. Ancak “Cumhuriyet tarihimizin en büyük enerji projesi” diyen iktidar, geri adım atmadı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Rusya Devlet Başkanı Putin’in, 2018 yılında birlikte temelini attığı santralin, bu yıl sonuna kadar ilk reaktörde deneme üretimine başlaması bekleniyor.
Rusya tarafından “Yap, sahip ol, işlet” gibi, dünyada nükleer enerjide ilk kez uygulanan bir modelle yapılan santral, Türkiye sınırlarında olsa da aslında Rusya’nın mülkiyetinde.
Santrale yöneltilen eleştirilerden biri de üretilecek elektriğin maliyeti. Bu eleştirilere göre, Türkiye yenilenebilir enerjiyle elektrik ürettiğinde daha ucuza mal edebileceği enerjiyi, Rus şirketten çok daha pahalıya satın alacak.
Ayrıca nükleer atıkların ne olacağı konusu da hâlâ net değil.
Birçok ülke, nükleer santrallerden, neden oldukları çevre felaketleri ve büyük riskleri nedeniyle vazgeçme planları yapıyor, yenilenebilir enerjiye yöneliyor. Türkiye ise nükleer enerji yoluna yeni çıktı. Üç nükleer enerji santrali yapmayı hedefliyor. Diğer iki santralden biri, doğasıyla Karadeniz’in incisi olarak anılan Sinop’ta; diğeri de Longoz Ormanları’yla ünlü İğneada’da planlanıyor. Sinop’ta, proje daha tam netleşmemişken, bir milyondan fazla ağaç kesildi bile.
Nedir bu nükleer enerji? Bilim insanları, sivil toplum kuruluşları, çevreciler, Türkiye’de nükleer santrallere neden karşı çıkıyor?
Einstein’dan bugüne nükleer enerji
Nobel ödüllü ünlü fizikçi Albert Einstein’ın 1905 yılında, atom çekirdeğinin iki veya daha fazla parçaya bölünerek enerji ortaya çıkarabileceğini keşfetmesi, nükleer enerjinin çıkış noktası olarak kabul ediliyor.
Yıllar içinde başka bilim insanları tarafından da doğrulanan bu keşfe dair ilk somut çalışma, 1938 yılında yapıldı. Alman fizikçiler, Otto Hahn, Fritz Strassman, Lise Meitnerve ve Otto Frisch, uranyum üzerinde yaptıkları denemelerle atom çekirdeğini parçalayıp enerji üretmeyi başardılar.
Bu keşfin nükleer santrallere evrilmesinin en önemli adımı ise, 1942 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde atıldı. Fizikçi Enrico Fermi, Chicago Üniversitesi’nin bahçesinde kontrollü, kendi kendini sürdürebilir ilk nükleer enerji üretim düzeneğini kurdu. Düzenek, bugünkü nükleer santrallere benzer bir şekilde temel ham madde olarak uranyumu kullanıyordu.
Dünyada bir elektrik şebekesi için elektrik üretebilen, yani sivil amaçlı ilk nükleer güç santrali, 1954 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nde faaliyete geçen Obninsk Nükleer Enerji Santrali oldu.
1950’li ve 1960’lı yıllarda nükleer enerji santralleri hızla dünyaya yayıldı. Petrol kaynaklarına sahip olmayan ülkeler, elektrik üretimi için nükleer santrallere öncelik verdi.