Oturarak çalışma hakkı, bugünlerde paylaşılan videolarla gündeme geldi. Kasada sandalyesiz çalışan kasiyerler, tüm günü ayakta geçirdikten sonra fenalaşan baristalar, zincir market depolarında oturacak yer bulamayan işçiler...
Uzun saatler ayakta çalışmak, kısa ve uzun vadeli bir dizi sağlık sorununu beraberinde getiriyor: Bel-sırt ağrıları, varisler, ödemler, kemik kireçlenmesi, kan pıhtılaşması ya da kalp rahatsızlıkları bunlardan sadece bazıları.
Buna rağmen kimi işverenler, çalışanlarına sandalye bile sağlamıyor.
Asgari ücretle her gün 10-12 saat çalışanlara verilmeyen sandalyelerin hikâyesi belki gündemimize yeni girdi. Ancak oturma hakkının mücadelesi epey eskilere gidiyor.
İlk sandalye yasaları
Bugün olduğu gibi dün de aynı sağlık sorunlarından ve bitkinlikten şikayet eden emekçiler çeşitli şekillerde oturarak çalışma talebiyle baş kaldırdı. Dünyanın çeşitli bölgelerinde 19. yüzyılın sonlarından itibaren özellikle tekstil sektöründe ayakta çalışan kadın işçiler sandalye talebinin sesini yükseltti.
İspanya’da 1912’de Sandalye Yasası kabul edildi. Yasa, başta sadece tekstil alanında yoğunlaşan kadın işçileri kapsıyordu. Dört yıl süren mücadeleden sonra erkekler de sandalye hakkına kavuştu.

Şili’de de aynı isimle 1914 yılında çıkartılan Sandalye Yasası Latin Amerika’daki emek hareketinin önemli kazanımlarından biriydi. Bu düzenleme ile mağazalarda ve kafe/barlarda çalışan işçilerin oturarak çalışması yönünde önemli bir adım atıldı.
Hijyen sözleşmesi
Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO), 1964 yılında yayınladığı Hijyen Sözleşmesi ile işçilere yeterli şekilde sandalye sağlanması gerektiğini ortaya koydu (14. Madde). Bugün bir dizi ülke bu sözleşmeyi kabul ediyor. Fakat yine de dünyanın büyük bir kısmı Hijyen Sözleşmesi’nin dışında. ABD ya da Hindistan gibi ülkelerin pek çok eyaleti hâlâ sandalye hakkını güvence altına almış değil. İmzalanan anlaşmalar ise bazı durumlarda kağıt üzerinde kalıyor.
Şirketlerin çalışanlarına sandalye hakkı tanımayışı ilk bakışta kulağa "anlamsız" geliyor olabilir. Ancak varlık nedeni kâr hırsından ibaret şirketler için pek bir şey ifade etmiyor. Çalışırken oturmanın işçiyi "rehavete sürüklediği" düşüncesiyle sandalye yasağı getiriliyor.
Örneğin McDonalds’ın eski CEO’su 1960’lı yıllarda, “Sırtını yaslamaya zamanınız varsa, temizliğe de zamanınız var demektir.” diyenlerden.
Bu durum da elbette oturma hakkını bir mücadele alanına dönüşüyor.
Yakın dönemde bu konuda çarpıcı mücadele deneyimleri var.

ABD’deki oturma mücadelesi
Walmart, tam 1.6 milyon çalışanıyla ABD’nin en büyük süpermarket zinciri. Ülkedeki diğer pek çok süpermarket gibi Walmart da bugün hâlâ kasiyerlerinin çalışırken oturmasına izin vermiyor. Hatta oturma hakkının tanındığı eyaletlerde bile bu uygulama büyük şirketler tarafından görmezden geliniyor.
Kasiyerler ise haklarını grev ve yargı yoluyla tekrar kazanmak zorunda kalıyor. Örneğin, Walmart’a karşı 2018’de açılan bir davada şirket Kaliforniya’daki 100 bin kasiyere 65 milyon dolar tazminat ödemek zorunda kaldı. Bank of America ve bir diğer süpermarket zinciri Safeway de benzer şekillerde cezalandırıldı.

İstisna sayılabilecek tazminat kazanımına rağmen sandalye yasağı ABD’de hâlâ çok yaygın bir uygulama. İlginç olan ise bazı çokuluslu şirketlerin, ülkeler arasındaki kanuni boşlukları dolduruş şekli. Örneğin zincir market ALDI, Almanya’da çalışanlarının kasada oturmasına olanak tanıyor. Fakat aynı şirket ABD’de "ucuz emek" ve "düşen hız" gerekçesiyle kasiyerlerinin altındaki sandalyeyi alıyor.
Meksika oturma hakkını bu sene tanıdı
Meksika’da ise Sandalye Yasası bu sene yürürlüğe girdi. Senatoda, "kimsenin modası geçmiş bir çalışma vizyonu nedeniyle bütün gün aralıksız ayakta durmaya zorlanamayacağı" kararı verildi. Yeni düzenleme süpermarketler, mağazalar, fast food zincirleri, alışveriş merkezleri ve müşteri hizmetleri çalışanlarını kapsıyor. İşçilerin güvence altına alınan dinlenme hakkını ihlal eden şirketlerin ise cezalandırılması bekleniyor.
Hindistan’a geldiğimizde ise sadece iki eyalette sandalye hakkının güvence altına alındığını görüyoruz. Daha da önemlisi, bu hakların kadın işçilerin öncülüğünde yürütülen mücadele ile kazanılmış olması. Güney Hindistan’daki Kerala ve Tamil Nadu eyaletlerinde sendikalar, çeşitli şekillerde talep ettikleri oturma hakkını kazandılar.

Kerala Eyaleti’nde oturma hakkına kadın tekstil işçileri ve satış görevlileri, 2014’te ayakta çalıştırılmaya karşı "oturma grevine" başladı. Keralalı bir satış görevlisi işçi Maya Devi şöyle söylüyor:
“Tekstil sektöründe karşılaştığımız en büyük sorunlardan biri, çalışma saatleri boyunca oturmamızın yasak olması. Dükkana sabah saat 09:00’da geliyoruz ve 19:30’a kadar çalışıyoruz. Çoğu tekstil dükkanında mesai saatleri aşağı yukarı böyle. Sadece öğle arasındaki yarım saat bir saatlik bir boşluğumuz, bir de on dakikalık bir çay aramız var.”

Bir başka satış görevlisi Preetimol ise serbest zamanlarında bile oturmalarına izin verilmediğinden şikayetçi: “Eğer oturursak cezalandırılıyoruz. Müşterilerimizin bile önünde bizi aşağılıyorlar.”
Kadınların bu mücadelesinden sonra Kerala Hükümeti oturma hakkını güvence altına aldı.

Güney Kore’de ise onlarca yıldır işçiler sandalye yasağına karşı tepkilerini dile getiriyor. Hizmet sektöründeki işçiler nihayet işyerlerine sandalye getirmeyi 2000’lerin sonlarında başardı. Ancak oturma hakkı sandalye ile gelmedi. Kore Hizmet İşçileri Sendikaları Federasyonu Başkanı Kang Kyu-hyuk, “İşçiler şimdilik sadece sandalyelere bakabiliyor. Birçoğu hâlâ uzun saatler ayakta kalmaya zorlanıyor, ayak ağrıları ve diğer sağlık sorunlarıyla boğuşuyor.” diyor.

Sendikanın 2018 yılındaki açıklamasına göre Güney Kore’de sınırlı iş güvencesine sahip 2 milyonun üzerinde çalışan var.
Türkiye’de durum
Türkiye’de çalışırken oturma hakkına ilişkin bir düzenleme yok ancak iş hukuku uzmanı avukat Taner Güngör’ün altını çizdiği üzere mevcut düzenlemelere göre işverenin, işçiyi koruma ve gözetme borcu var:
“Bu, işçinin bedensel bütünlüğünü, kişilik haklarını ve sağlığını kapsayan ve geniş yorumlanması gereken bir borç. İşverenin işçi sağlığı ve insan haysiyetini gözeten önlemler alması ve düzenlemeler yapması zorunlu. Bir de dört saate kadar en az 15 dakika; 4 ve 7,5 saat arası yarım saat; 7,5 saatten fazla işlerde bir saat kesintisiz mola verilmesi zorunlu. Sözleşmeyle bu süreler uzatılabilir. Ancak işin ve işyerinin niteliği göz önünde bulundurularak bu mola aralıklı olarak da değerlendirebilir. Yani bir saat öğle arası yerine, örneğin dört ayrı 15 dakika biçiminde mola düzenlemesi yapılabilir.”
Güngör, son günlerde sosyal medya platformlarında çalışma sırasında düşen, bayılan özellikle zincir market kasa veya kafe servis görevlilerinin görüntülerini de hatırlattı. Bu işleri yapanların kasiyerlik dışında yani, tanımlı görevleri dışında stoktan mal getirme, götürme, işletmenin zemin, cam çerçeve temizliği, çöp tahliyesi gibi işleri yürüttüklerini de ifade etti:
"Bu durumda çalışanın hizmet sözleşmesi kurulurken kendisine tarif edilen işin tanımı değişiyor. Bu, çalışanların ayrı bir efor harcaması ve fazladan fiziki yükler edinmesi anlamına geliyor. Görev tanımı dışında çalıştırılan işçilerin başta fesih olmak üzere başkaca tazminat hakları var.
Öte yandan tablonun bir de mobbing boyutu söz konusu olabilir. Örneğin market kasiyeri veya kafe servis elemanının işyeri ve işletmenin koşulları uygun olduğu halde mümkün olan birtakım fiziki imkanlardan mahrum bırakılması, bu ayrımın yine özellikle bir kısım çalışanlar üzerinde uygulanması, belli bir amaç güdüldüğüne yorumlanarak yine bunun da iş hukuku kapsamında işveren aleyhine sonuçları olabileceği söylenebilir."
Farklı hukuki düzenlemelere rağmen tüm dünya için geçerli olan tek bir gerçek var: Tüm diğer sosyal haklar gibi çalışırken oturabilme hakkı da uzun soluklu bir mücadeleden geçiyor.