19 Mart'tan beri siyaset bilimcilerle, siyaseti okuyabilenlerle süreci anlamlandırmaya çalışan röportajlar yapıyoruz. Bu sefer kapısını çaldığımız isim, yıllardır AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan üzerine çalışan, bu partiyi en iyi yorumlayan isimlerden biri Prof. Dr. Menderes Çınar.

Çınar ile Kasım 2024’te, o dönemde siyasetin ana konusunu, Bahçeli’nin başını çektiği ve adı tam koyulamayan süreci konuşmuştuk. Bir çok yorumcu, bu süreci, Türkiye’nin demokratikleşmeye başlayacağının işareti olarak değerlendirmişti. Çınar ise o zaman “Erdoğan bir arayışta. Bu arayışı ancak baskıyı çoğaltarak sürdürebilir” dedi. Aradan 6 ay geçti ve bu 6 ayda çok şey yaşandı. 

‘‘Erdoğan arayış içinde. Bu arayışı ancak baskıyı çoğaltarak sürdürebilir’’
Bahçeli’nin işaret fişeğini verdiği “adı konulamayan süreci” Prof. Dr. Menderes Çınar ile konuştuk. AKP’nin artık bir siyasi parti değil bir teşkilat olduğunu düşünen Çınar’a göre Erdoğan arayış içinde, MHP onu belli bir çerçevede tutmaya çalışıyor. Türkiye’yi ise sopa gösterme dönemi bekliyor.

Çınar, şimdi okuyacağınız söyleşide, iktidarın daha da sertleşeceğini söyledi. Biz röportajı yayına hazırlarken tutuklu İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun X hesabı kapatıldı. 

6 ay önce bugünleri öngören Çınar ile geleceğe dair düşüncelerini konuştuk.

19 Mart sürecini siz nasıl okuyorsunuz? Şaşırdınız mı?

Muhalefeti törpüleyecek, siyasi ve toplumsal muhalefetin faaliyet ve varoluş alanlarını biraz daha daraltacak, muhalif hatta eleştirel olmanın maliyetini artırıcı hamleler bekliyordum. Bunlar geldi de. 

TÜSİAD yöneticilerinin düşündüklerini konuştukları, talep ve şikayetlerini dillendirdikleri için hedef gösterilmesi, polis eşliğinde emniyete çekilmesi, aleyhlerinde dava açılması. 

Ayşe Barım’ın tutuklandığı Gezi davasının birçok sanatçıya genişletilebileceğinin işaretinin verilmesi. 

Mahkeme kararı olmadan idarenin, TMSF’nin, Devlet Denetleme Kurulu’nun şirketlerin, kişilerin mal varlığına el koyabileceğine dair düzenlemeler…

Ama yine de böyle bir darbe, sıkıyönetim havasında boca edilen seri bir şekilde arka arkaya bir çeşit “yıldırım harekatı” gibi şeyi beklemiyordum. Akşam diploma iptali kararı, sabah bir sürü yakın çalışma arkadaşıyla beraber tutuklama, kapısına ve bütün şehre polis yığma, bu teyakkuz havası biraz şoke edici oldu. Biraz aşamalı olur, zamana yayarlar gibi düşünmüştüm ben.

Ama savcılığın hadi hadi diye sıkıştırmasından, malum medyanın kampanyasından ve tabii ki İmamoğlu’nun sahaya inip ne kadar etkili ve gerçekçi bir alternatif olduğunu göstermeye başlamasından yola çıkarak böyle şeyler bekliyordum. Hem CHP'ye hem onun adayına hem de onu destekleyebilecek sanatçılara, iş insanlarına yönelik çok entegre bir operasyon söz konusu. Şu anda Türkiye'nin tek merkez partisi CHP, en iri ve en örgütlü partisi CHP ve son seçimlerinden de birinci çıkmış parti CHP. Yani toplumsal muhalefetin yöneldiği bir parti. Bu, bir sürü handikapına rağmen böyle. Üstelik de ortada İmamoğlu gibi gerçekçi ve etkili olacağı belli olan bir aday var. Buradan bir alternatif gelişti. Bu alternatifin ilerlemesini, alternatifin geliştiği zemin olan İstanbul’u elinden alarak ve alternatifin örgütünü, yani CHP’yi karıştırarak durdurmak istediler. Çünkü bir aşamadan sonra muhtemelen kontrol edemeyeceklerini ya da maliyetinin daha yüksek olacağını düşündüler. Bunu ilk defa yapmıyorlar. Ama bu kez Türkiye'nin en büyük partisine ve tek merkez partisine yapıyorlar. 

Yapılmak istenen şey 1950'den beri Türkiye'de meşru hükümetin tek kaynağı, tek onay makamı olan sandığın ortadan kaldırılması.

Yani ortada bir sandık olacak ama anlamlı bir sandık olmayacak. Bunu çok açık deklare etti. Bu tabii ki çok korkutucu bir şey. Bir çeşit tedhiş hareketi gibi… 

Erdoğan çok büyük bir işe girişti. Liberal hak ve özgürlük boyutu zaten zayıf olan Türkiye demokrasisinin alamet-i farikası, seçim sandığı yani halkın hükümetini belirleyebilmesi idi. 

Halk ilk kez 1950’te serbest seçimlerle kimin hükümet olacağını belirlemenin tadını aldıktan sonra, bu yetkisinden hiç vazgeçmedi.