PKK, 5-7 Mayıs arası 12. ve son kongresini Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla topladı. Kongrede alınan kararlar, 12 Mayıs’ta açıklandı. 

Açıklamada PKK’nın misyonunun tamamlandığı vurgulandı: 

‘PKK’nin Olağanüstü 12. Kongresi, PKK mücadelesinin, halkımız üzerindeki inkâr ve imha siyasetini parçaladığını, Kürt sorununu demokratik siyaset yoluyla çözme noktasına getirdiğini, bu yönüyle PKK’nin tarihi misyonunu tamamladığını  değerlendirildi. Bu temelde PKK 12. Kongresi, pratikleşme süreci Önder Apo tarafından yönetilmek ve yürütülmek üzere PKK’nin örgütsel yapısının feshedilmesi ve silahlı mücadele yöntemini sonlandırması kararlarını alarak PKK adıyla yürütülen çalışmaları sonlandırdı.” 

Türkiye’nin yakın tarihindeki birçok olaya doğrudan ya da dolaylı etki eden PKK, Kürtçe adıyla Partiya Karkerên Kurdistan (Kürdistan İşçi Partisi) 1974’te kuruldu.

Kürt hareketleri, devlet sisteminde İslam’ın ve çoklu etnik yapının temel alındığı Osmanlı’nın çöküp de ulus-devlet ve Türk milliyetçiliği temelinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ortaya çıkışından beri vardı. Ancak daha küçük çaplı ayaklanmalar olarak kaldı, çoğu yine silahla bastırıldı. 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından kabul edilen yeni ve özgürlükçü anayasanın yarattığı ortamda, Kürt kimliği de daha çok konuşulur oldu. O ortamda gelişen sol akımlar da Kürtler için meşru siyasi zeminde örgütlenme fırsatı yarattı. 60’ların sonunda doğu ve güneydoğuda bazı eylemler ve gösteriler düzenlendi. 1971’deki askeri muhtıra, ayrılıkçı gördüğü bu eylemleri bastırmaya çalıştı. 

O dönem Ankara Üniversitesi’nde okuyan, Şanlıurfa doğumlu Abdullah Öcalan, sol öğrenci grupları içinde aktifti ama Kürt hareketinin yeterli alan bulamadığını düşünüyordu. Sadece Kürt sorununa odaklanan ve yöntem olarak da şiddete başvurmaktan kaçınmayan bir hareket oluşturmaya karar verdi. Diyarbakır, Şanlıurfa ve Şırnak gibi Kürtlerin yoğun yaşadığı yerlere giderek örgütlenme çalışmaları başlattı. 

Öcalan, 1974 tarihinde Ankara Demokratik Yüksek Öğrenim Derneği’ni kurdu. Derneğin kurucu kadrosunda, bugün PKK’nın önde gelen isimleri olarak bilinen Duran Kalkan, Cemil Bayık, Mustafa Karasu, Mazlum Doğan, Kemal Pir gibi isimler de vardı. Derneğin genel sekreteri Abdullah Öcalan’dı. Bu nedenle grup “Apocular"  olarak anılmaya başladı. Kısa bir süre sonra dernek, sıkıyönetim mahkemesi tarafından kapatıldı. Ancak bu yeni bir başlangıcın habercisiydi zira PKK’nın tohumları bu dernekte atılmıştı.

Portre: Abdullah Öcalan kimdir?
Kimileri için ‘önderlik’, kimileri için ‘terörist başı,’ kimileri için ‘bebek katili’... Kürt siyasi hareketinin silahlı ayaklarından biri olan PKK’nın (Kürdistan İşçi Partisi - Kürtçe olarak Partiya Karkerên Kurdistan) kurucusu, 26 yıldır İmralı Cezaevi’nde yatan Abdullah Öcalan’ın portresi…

27 Kasım 1978’de, Diyarbakır’ın Lice ilçesine bağlı Fis Köyü’nde toplanan Öcalan liderliğindeki grup, kurdukları yapının silahlı bir harekete dönüşmesine ve adının PKK olmasına karar verdi. Marksist-Leninist çizgideki PKK, o dönem ayrı bir Kürt devleti kurmayı hedefliyordu.

Örgüt, silahlı unsurlarını yetiştirmek için o dönem sol silahlı grupların eğitim aldığı Lübnan ve Suriye’yi seçti. Öcalan da bu bölgede hem eğitimleri takip ediyor, hem de örgütü Şam’dan yönetiyordu. 

1980’ler boyunca örgütün etkinlik alanı, çeşitli biçimlerde kendisini baskı altında hisseden ve etnik kimliği nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldığını düşünen milyonlarca Kürt’ün yaşadığı Irak, İran ve Suriye’ye genişledi. Örgütün söylemi, stratejisi, işleyişi konularında Öcalan neredeyse tek yetkili konumundaydı; öyle ki örgüt üyelerinin gözünde kutsal, eleştirilemez, zaten eleştirilmesi gerektiğinde de bunu kendisi yapan bir lider olarak görüldü.

12 Eylül 1980 darbesi sonrası ordu, en büyük baskıyı sol gruplar ve Kürt hareketine yöneltti. Bu esnada köylerde yaşayan ve Türkçe bilmeyen, hayatını anadilleri olan Kürtçeyle devam ettiren halka yönelik baskı da arttı. Bu da siyasi baskı altındaki Doğu ve Güneydoğu bölgesinden PKK’ya katılan gençlerin sayısının hızla artmasına ve örgütün güç kazanmasına yol açtı. Avrupa’ya kaçanlar da oldu; bunlar PKK’ya savaşarak değil, gelir ve görünürlük kazandırarak finansal ve bir nevi diplomatik destek verdi. 

30’dan fazla tutuklunun işkence sırasında, onlarcasının da işkence kaynaklı sağlık sorunları sebebiyle ileriki yıllarda hayatını kaybettiği Diyarbakır Cezaevi de, PKK için bir dönüm noktası oldu. 1980-1984 arası sıkıyönetim komutanlığı emrinde bu işkencelere devam edilen cezaevinden çıkanların çoğu, 1984’te PKK’ya katıldı.

Bu esnada, 1982’de PKK’nın kurucularından Mazlum Doğan cezaevi koşullarını protesto etmek için intihar etti; Kemal Pir de aynı yıl başlattığı ölüm orucunda hayatını kaybetti.

İlk eylem ve şiddet sarmalında geçen yıllar

1984 yılında örgüt artık yeterli sayıda üyesini eğittiğini ve finansal desteği sağladığını düşündü. Öcalan ilk saldırı emrini verdi. O yıl 15 Ağustos’ta, Siirt’in Eruh ve Hakkari’nin Şemdinli ilçelerinde karakollara ve askerî lojmanlara eş zamanlı baskınlar düzenlendi. 

Bu baskınlarda bir asker hayatını kaybetti, dokuz asker ve üç sivil de yaralandı. 

Bu tarihten sonra PKK’nın eylemleri, karakol baskınları ve görünürlüğü hız kazandı. 1990’lar, bombalı saldırıların arttığı, alışveriş merkezlerinde, havalimanlarında, etkinlik salonlarında güvenliğin iyice sıkılaştırıldığı, kalabalık sokaklar ve caddelerdeki çöp konteynerlerinin bile bomba konulmasın diye kaldırıldığı bir dönem oldu.

PKK eylemlerini artırırken, örgütlenme, ifade özgürlüğü, ve Kürtçe üzerindeki yasaklar da sıkılaştırıldı. 

PKK’nın eylemleri ve ona karşı güvenlik kuvvetlerinin operasyonları sırasında çok sayıda sivil de hayatını kaybetti. 40 yılı aşkın süren savaşta 40 binden fazla kişi öldü. Bu kişilerin arasındaki sivillerle ilgili detaylı ve kesin veriye ulaşmak mümkün değil. Ancak hayatını kaybedenlerin yarısından fazlasının sivil olduğu tahmin ediliyor

“Düşük yoğunluklu savaş” dönemi olarak adlandırılan bu dönemde, PKK ile mücadele adı altında güvenlik güçleri de PKK’ya destek verdiğini düşündüğü köylere baskınlar yaptı. Bazı köyler boşaltılarak yakıldı, Yerinden zorla edilen kişi sayısı üç milyona yaklaştı. Yerinden edilenlerin Batı’ya doğru yapmak zorunda kaldığı göç, birçok sosyolojik sorunun doğmasına da neden oldu. 

Ayrıca bazı köylüler ve köyler de koruculuk müessesesi adı altında devlet tarafından silahlandırıldı. 

1988 yılında Öcalan, Türk basınına ilk kez röportaj verdiğinde, gazeteci Mehmet Ali Birand’ın eylemlerin daha ne kadar süreceği sorusuna şu yanıtı vermişti: 

PKK, Türk-Kürt ilişkilerinde çok büyük bir haksızlığın olduğu bilinciyle yola çıkan,… bağımsızlık ve özgürlüğün kendisi için de gerekli olduğuna inanan,… bu temelde tüm gücünü ortaya koyan ve büyük direnme ortaya koyabilen ve kendisini bugüne kadar getirmesini bilen bir harekettir. Askeri iktidarın önemli baskısı oldu, işkenceler, ölümler oldu. Bu şiddet politikası devam ettikçe büyük haksızlığa karşı büyük direnme beklenmelidir.

Tam 37 yıl sonra, 2025’te, Öcalan, bu şiddet politikasının bittiğine, artık Türkiye’de demokratik siyasetin önünün açıldığına ve PKK’nın misyonunu tamamladığına karar verdi. Onun çağrısıyla toplanan PKK Kongresi kendisini feshetti. 

PKK’nın, kendisine destek vermediğini düşündüğü köylere baskınlar yaparak, kadınları ve çocukları, hatta bebekleri öldürdüğüne dair çıkan haberler sonrası, Öcalan o dönemde “bebek katili” diye anılmaya başlanmıştı. Öcalan, Birand’ın bu konudaki sorusuna da yanıt vermiş ve bebek ölümlerini inkar etmemişti. Ama bunun için sorumluluk almadı:

Bilgilerime göre daha çok ordu birliklerinin kendi çocuklarının içine gizlenerek adeta onları bir koruyucu kalkan yaparak yürütmek istedikleri bir saldırı ortamında bu kayıplar oldu. Bunu bizim bir eylem anlayışımız olarak kabul etmiyorum, sorumluluğun bizde olmadığını söylüyorum.”