PKK lideri Abdullah Öcalan, bir süreden beri merakla beklenen çağrısını yaptı. Bir sayfalık çağrıda, PKK’nın miadını doldurduğunu anlattı, PKK’ya “Kendini feshet” dedi. Çağrı, 27 Şubat 2025’te DEM Parti İmralı Heyeti tarafından İstanbul’da okundu. 

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, Meclis’te DEM milletvekillerinin elini sıktığı 1 Ekim 2024’ten bu yana ‘merak edilenlerde’ aslında sadece bir bölüm kapandı. 

Hâlâ kervan yolda düzülür misali, elde dört başı mamur bir yol haritası olmaksızın, düşe kalka ilerleniyor. 

Örgütün kendisini feshetmek için kongre çağrısını ne zaman yapacağından tutun da örgüt içi çatışma çıkarsa ne olacağına, silahların nereye bırakılacağından örgüt üyeleri için genel ya da kısmi bir affın olup olmayacağına, lider kadronun farklı ülkelere gidip gitmeyeceğine dek uzanan bir dizi soruya yanıt aranıyor.

Olay örgüsünün iki temel sorusu

Amma velakin, bunlara gelene kadar çağrıdan hemen sonra, daha o günün akşamı iki nokta öne çıktı. Geçen hafta boyunca da bunlar tartışıldı. Üstelik, daha şimdiden bundan sonraki olay örgüsü bu iki nokta etrafında örülmeye başlandı.

Bu çağrı kimleri kapsıyordu? Bir başka deyişle, çağrı sadece PKK’ya mıydı yoksa Suriye ve İran’da farklı adlar altında kurulu “PKK’nın versiyonları” da çağrının muhatapları mıydı? 

Ve heyet üyesi Sırrı Süreyya Önder’in Öcalan’dan sözlü olarak gelen ama asıl metinde yer almayan bir mesaj daha iletmesinin anlamı neydi? Kayıt dışı şart mı ileri sürülüyordu?

Söylenenlerden anladık ki, çağrıyla iş bitmiyor; farklı görüşler, direnç noktaları ve daha başından beliren potansiyel çatışma alanları var. Anlamak için kim nerede duruyor, önce ona bakalım.

Tesadüfen edilmemiş cümle

Öcalan’ın çağrısı DEM Parti İmralı Heyeti üyeleri tarafından Kürtçe ve Türkçe okundu. Soru alınmadı. 

Besbelli mesaja odaklanılsın, sorulara verilecek yanıtlar onun önüne geçmesin istendi. Dolayısıyla herkes okunan metinden bir anlam çıkardı. 

Mesela, metinden Öcalan’ın PKK’ya bir öneride bulunmadığı, açık ve net bir talimat verdiği anlaşıldı. Metinde herhangi bir şart da ileri sürülmüyordu. 

Ancak metin okunduktan sonra, heyet üyesi Sırrı Süreyya Önder, “Öcalan’ın mesajıdır” diyerek bir cümle söyledi: 

“Şüphesiz pratikte silahların bırakılması ve PKK'nın kendini feshi demokratik siyaset ve hukuki boyutun tanınmasını gerektirir.”

Bu cümlenin metinde olmaması dikkat çekici çünkü sıradan bir cümle değil. Tesadüfen kurulmuş hiç değil. Günlerce her bir kelimesi üzerinde çalışılmış, devletle muhtemeldir ki pazarlık edilmiş bir metne sonradan eklenmesi akla gelecek bir cümle olmadığı aşikar.

Çünkü bundan önceki süreçleri de layıkıyla takip edenler bilir ki, bu cümle bugüne kadarki tüm süreçlerin eşlikçisi. Tıpkı 1 Ekim 2024’ten sonra olan bitene bakıp “Peki ya demokratikleşme ya hukuk ya kayyumlar?” diye soranların dilindeki cümle bu. Kimilerine göre garanti, kimilerine göre, şart cümlesi. Ve bizatihi bu yüzden çok önemli…   

1 Ekim’den 27 Şubat’a: Öcalan’ın silah bırakma çağrısına nasıl gelindi?
Adını koyamadığımız bir süreç olarak başladı, tam beş ay sonunda İmralı’da hükümlü PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrı yapma aşamasına gelindi. Yeni başlayanlar için bugüne kadar neler olduğunu gün gün derledik.

“Bana demedi, size dedi” 

İkinci nokta metnin içindeydi. 

“Varlığı zorla sona erdirilmemiş her çağdaş cemiyet ve partinin gönüllü olarak yapacağı gibi devlet ve toplumla bütünleşme için kongrenizi toplayın ve karar alın; tüm gruplar silah bırakmalı ve PKK kendini feshetmelidir.”

Burada da tüm gruplar” ifadesine bakanlar, Öcalan’ın çağrısının PKK gibi Suriye’deki PYD/YPG, İran’daki PJAK ya da farklı adlar altında varlık gösteren, örgüte müzahir tüm silahlı grupları kapsadığı sonucunu çıkardı.