Yeşilçam’ın masum sarışını, sevimli ve haşarı kolejli kızı, genç cumhuriyetin Batı rüyasının ete kemiğe bürünmüş hali, Avrupai hatta belki de “fazla Avrupai” bir yıldız.
Filiz Akın, Yeşilçam’ın ülkenin yegane eğlence aracı olduğu yıllarda rol aldığı filmlerle hem göz kamaştıran bir zarafet timsaline dönüştü hem de kitleleri şehirli yaşam tarzına aşina kıldı.
Bu yarı bilinçli görev Yeşilçam döneminin toplum üzerinde etki yaratabilen tüm yıldızları tarafından ifa edildi denebilir aslında. Cumhuriyet rejimi ile yetişen ikinci ve üçüncü kuşak starlar, melodram veya komedi anlatıları içinde perdeye yansıyan serüvenlerinde genç cumhuriyetin önerdiği yaşam tarzını, toplumsal rolleri ve değer yargılarını izleyiciye aktaran birer başöğretmene dönüşüyorlardı.
27 Mayıs 1960 darbesinden yaklaşık iki sene sonra sinema dünyasına adım atan Filiz Akın’ın öncülleri ve dönemdaşlarından farkı ise Ankaralı, bürokrat ve orta-üst sınıf bir aileden çıkıp, yıldız olmanın hayalini dahi kurmadan, neredeyse gönülsüzce denebilecek bir biçimde kendini ışıltılı dünyanın içinde bulan üniversiteli bir genç kadın olmasıydı.
Belki de bu “bizden” olduğuna zor inanılır kimliği (özellikle Yeni Türkiye’nin dayatmaya çalıştığı yeni “yerli ve milli” tanımına pek yakın durmaması itibariyle) hayatının son çeyreğinde yıldız ışıltısının arkasında beliren gölgeyi, yani “MİT ajanı” olduğu şüphesini iyice itibar edilir kıldı.
Aslında söylentinin bu kadar tutmasının sebebi tam da buydu: Filiz Akın fazla düzgündü. Yeşilçam’ın göz kamaştırıcı ama dağınık yıldız galerisi içinde o, hep ütülü bir zarafet olarak parladı. Akademik geçmişi, düzgün Türkçesi, ölçülü mesafesi, “fazla Avrupai” havası…
Bütün bunlar, onu yalnızca bir yıldız değil, bir “devlet projesi” olarak görmeye meyilli bir bakışın da işini kolaylaştırdı.
Bir mücadele hikayesi
Oysa onun hikâyesi tam tersine, devletin değil, bireysel mücadelenin hikâyesiydi. Babasının desteğini kaybettikten sonra annesiyle birlikte ayakta kalmaya çalışan bir kız çocuğunun, güzelliğini geçim aracına değil bir kimliğe dönüştürmesinin hikâyesi.
İzmir Filarmoni Orkestrası’nın kurucularından hakim bir baba ile arada sırada vekil öğretmenlik yapan, konservatuar eğitimi almış bir annenin kızı olarak dünyaya gelen Filiz Akın, ortaokul yıllarında babasının başka bir evlilik yaparak maddi manevi desteğini çekmesi üzerine halihazırda başarıyla okuduğu Ankara Maarif Koleji’ni burslu olarak tamamladı.
Simone de Beauvoir ve Kafka’yı severek okumasının yanı sıra estetik ve güzelliğe de son derece düşkündü. Bu nedenle meşhur Amerikan genç kız dergisi Seventeen’in sayılarını buldukça kaçırmadan okuyordu. Seventeen dergisinde yer verilen modellerle kendini mukayese ederek burnunu beğenmeyen Akın, annesinin teşvikiyle henüz onyedi yaşında bıçak altına yatarak ilk burun estetiğini yaptırdı.
