Temmuz 2017’nin sonları… Bir arkadaşım beni arayıp heyecanla, “Abi acil Karga’ya gelmen lazım. Fena bir kalabalık var, çok acayip bir şey olacak bu akşam!” diyordu. Sıcağı ve Kadıköy’ün kalabalığını kendime bahane edip evde kalmayı tercih etmiştim o gün. 

Geriye dönüp bakınca, tembellik hakkımı yanlış zamanda kullandığım anlardan biri olduğunu kabul ediyorum. Zira o akşamdan sonra çevremdeki hemen hemen herkes tek bir şeyi konuşuyordu. Gittiğim her yerde “Ezhel’in Karga konserine gidebildin mi? Yıkılmış ortalık!” muhabbeti yapılıyordu. İzlemeye gittiğimiz başka bir konserde bile konu buydu. Sonrası bir çoğunuzun malûmu zaten... 

“Müptezhel” albümünün başarısıyla adını en sık andığımız müzisyen olmuştu Ezhel bir anda. Fakat bu başarısı sadece onun için değil, Türkiye rap sahnesinin hikâyesi için de bir kırılma noktasıydı. Rap müziğin bugünkü popülerliğini yakalamasında ateşleyici güçtü “Müptezhel.” Sevsin ya da sevmesin, birçok insanın Türkçe sözlü rap ile tanıştığı albümdü.

Ama işte, Türkiye… Gözler üzerinizdeyse, “derdolar” da peşinize düşer genelde. Fakat gerçek adıyla Sercan İpekçioğlu için dert çekmek çok da yeni bir şey değildi aslında. Zira onun hikâyesi de dertlerle örülüydü.

“Bilirim o geldiğim yer derdo”

1 Temmuz 1991’de, Ankara’da doğmuş Ezhel. Cebeci’de, kentsel dönüşümle değişen bir mahallelede büyümüş. Mahalle kültüründe yetişen son neslin bir üyesi o da… 

Yaşadığı apartman, gecekondularla iç içe bir yerdeymiş. Ankara’yı tepeden gören, önünde uçurumu olan bir manzaraya sahipmiş bu ev. “Bendeki Ankara şeyi o manzaradan geliyordur belki de. Hep o manzaraya baktım çünkü. Balkondan çok güzel gözüküyordu. Yeşillikler içinde, bir tarafı uçurum… Çok mistik gelirdi bana.” diyerek anlatıyor yaşadığı yeri.

O manzaraya bakarken ilk hayallerini kurmuş, hislerine o manzara eşliğinde kulak vermişti Ezhel. Çocukluk dertlerini de o uçurumdan aşağı atmak istemişti belki de. Bugünlerde çok sık duyduğumuz bir laf ya hani, “Orta sınıf yok oluyor.” diye… Bunu ilk yaşayan neslin bir ferdiydi o da. Henüz sekiz yaşındayken evlerine haciz memurları gelmiş. Bunu yaşadığı ilk travma olarak anlatıyor, Barış Akpolat’ın hazırladığı nehir söyleşi kitabı Kazıdım Tırnaklarlada. “Orta sınıf bir aileyken borç üstüne borç binince fakirleştik.” diyor. Daha sonra, bir devlet sanatçısı olan annesiyle birlikte ekonomik sıkıntılar yaşamaya devam etmiş. Bugün ülkenin büyük kısmını etkisi altına alan o dertleri, çocuk yaşta yaşamaya başlamış.