Ahlak Bekçisi merhaba,

Babam geçen günlerde vefat etti. Son zamanlarda oldukça hastaydı ve bu aslında beklenen bir ölümdü ama insan yine de konduramıyor. Vefatını bekliyor olsak da onun yokluğu içimizde derin bir boşluk yarattı. Ama benim yaşadığım esas sorun onun gidişinin ardından ailemizin üzerine kara bulut gibi çöken ve en azından benim içinden çıkamadığım ahlaki bir ikilem.

Biz üç kardeşiz. Bir ablam ve bir abim var. Babam emekli bir öğretmendi. Bu nedenle de öyle çok denilecek bir mal varlığı yoktu. Hepi topu memleketi Balıkesir’de yaptırdığı bahçe içerisinde küçük bir ev. Ama işte bu küçücük ev bile miras konusunda kardeşlerin arasını açacak bir nedene dönüştü maalesef.

Abimden 2, benden de 6 yaş büyük olan ablam yıllarca babamın bakımıyla ilgilendi. Hatta sırf bunu yapabilmek için İstanbul’daki hayatını, işini gücünü bırakıp Balıkesir’e, babamın yanına yerleşti. Hastalık süreçlerinde sabahlara kadar babamın başında bekledi, onun her ihtiyacını karşıladı. Şimdi evin ve bahçenin kendisine kalması gerektiğini savunuyor. “Bu kadar fedakarlık yaptım, emeğim boşa mı gidecek?” diye isyan ediyor. Onun gözlerindeki yorgunluğu ve fedakarlığı görüyorum ve içimden ona hak veriyorum. Yaptığı fedakarlıklar, kuşkusuz ki takdire şayan. Belki de bu ev onun için sadece bir miras değil, aynı zamanda babamla geçirdiği son yılların ve verdiği mücadelenin bir sembolü.

Ama abim onun bu isteğine karşı çıkıyor. Uzun yıllardır yurtdışında yaşıyor, babamı son zamanlarda pek göremedi. Cenazeye bile ucu ucuna yetişti. Ablamın fedakarlığını takdir ediyor ama yine de konuya tamamen hukuki açıdan yaklaşıyor. “Kim ne yapmış olursa olsun, miras payı yasa önünde bellidir” diyor. Ona göre duygusal değil, tamamen yasalara uygun bir paylaşım yapılmalı. Hukuk ve eşitliğe yaslanması abimin en güçlü argümanı.

İşte benim ikilemim de burada başlıyor. Vicdanen ablama hak veriyorum ama yasal olarak da abim haklı diye düşünüyorum. Sonuç olarak yasalar önünde hepimizin eşit pay alma hakkı var. Ben bu iki tarafın tam ortasında sıkışıp kaldım. Sanki bir terazinin iki kefesinde duran ağırlıklar gibiler; bir yanda ablamın fedakarlıkları, diğer yanda abimin haklı hukuki argümanları. Ablamın emeğini, çabasını ve babama gösterdiği vefayı görmezden gelemem. Ona göre ev ve bahçe, emeğinin karşılığı olmalı. Ama abim de yasal haklarından vazgeçmek istemiyor, o da haklı. Yasal olanla vicdani olan arasında öyle bir sıkıştım ki kendimi gerçekten bir çıkmazda hissediyorum.

Ev satılsa ve üçümüze bölünse Ayşe ablam kendini kullanılmış hissedecek, yıllarca süren emeğinin hiçe sayıldığını düşünecek. Evi ablama bırakırsak abim kendini dışlanmış, adaletsizliğe uğramış sayacak. Haliyle, ben ne karar verirsem vereyim, bir tarafı üzmüş olacağım ve bu durum beni kahrediyor.

Bu miras işi kardeşler arasındaki bağı her geçen gün daha da zayıflatıyor. Bir zamanlar anılarla dolu olan babamın evi, şimdi bir çatışma alanına döndü. Kalbim paramparça.

Bu durumda Ahlak Bekçisi olarak size danışmak istiyorum:

  1. Ablamın babamıza gösterdiği emek ve fedakarlık, miras paylaşımında hukuki eşitliğin önüne geçerek daha büyük bir pay almasını ahlaken haklı kılar mı? Vicdanım bir yanda, yasalar diğer yanda.
  2. Emeğin değeri ile hukuki eşitlik gibi iki temel ahlaki prensip çatıştığında hangisine öncelik vermeliyim? Birine öncelik vermek diğerini tamamen göz ardı etmek demek mi?
  3. Benim bu arabulucu konumum ne gibi ahlaki yükler taşıyor? Her iki tarafı da anlamaya çalışırken bu durum bana nasıl bir sorumluluk yüklüyor ve tarafsız kalmak ne kadar mümkün?
  4. Bu çatışmada gerçek adalet ne anlama gelir? Adalet sadece hukuka uygunluk mudur, yoksa duygusal ve vicdani bir dengeyi de içermeli midir? Benim kararımda hukuki bir çerçeve mi, yoksa vicdanımın sesi mi daha ağır basmalı?

Lütfen bana yol gösterin. Bu zorlu ahlaki ikilemde nasıl bir adım atmalıyım?

Saygılarımla,

Z. T.

**

Değerli okurumuz,

Öncelikle size başsağlığı diler, kaybınızdan dolayı yaşadığınız acı için sabırlar dilerim.

Anladığım kadarıyla acınızı yaşamaya fırsatınız olmadan kendinizi tatsız bir tartışmanın, hatta anlaşmazlığın içinde bulmuşsunuz. Üstelik bu anlaşmazlık iki kardeşiniz arasında olduğu ve siz her iki tarafa da farklı nedenlerle hak verdiğiniz için kendinizi bir de “arabulucu” konumunda bulmuşsunuz.