Hayatının bir noktasında Apaçık Radyo’ya kulak vermiş herkesin burayla kurduğu biricik bir bağ vardır eminim. Benim için okul gibi bir yerdi Apaçık Radyo. Çok fazla şey öğrendim, yeni fikirler edindim buradan. Yaşım ilerledikçe sadece bir okul değil, bir hafıza merkezi işlevi de gördü benim için. Arşivlerinden tekrar yayınladıkları programlarla, bastıkları kitaplarla, her sabah gündemde olan bitenleri özenle anlattıkları “Açık Gazete” ya da radyo binasında yaşananları paylaştıkları “Sevgili Günlük” ile… Gönüllü yayıncıların hazırladığı programlarla geçmişe de gidebiliyorsunuz, bugünü de tartışabiliyorsunuz, yarını da düşleyebiliyorsunuz Apaçık Radyo vasıtasıyla.
2 Temmuz’da, bir süredir bazı acı kayıplar ve türlü aksilikler sebebiyle ertelediğimiz röportaj için evden çıktığımda bunları düşünüyordum. Aklımda net bir soru dolanıyordu: Acaba diğer insanlar Apaçık Radyo ile nasıl bir bağ kuruyor? Dahası 30 yıldır yayın hayatına devam eden radyoyla kurduğumuz bu bağ, nasıl oluyor da hiç zayıflamıyor? Radyonun kurucularından Ömer Madra ve Yayın Koordinatörü Didem Gençtürk anlatmaya başladıkça, bu sorunun cevabı çok net bir şekilde ortaya çıktı aslında.
İlk olarak 30 yıl öncesinden başlayalım mı? Hangi ihtiyaçlar sizi, o zamanki adıyla Açık Radyo’yu kurmaya yöneltti?
Ömer Madra: Bence bugünden başlamak lazım anlatmaya. Bu sabah Açık Gazete’de avukat arkadaşımız Ümit Altaş’ı konuk aldık. Ondan Erzincan İliç’teki maden faciasının ikinci duruşmasında neler olup bittiğini öğrendik. Ümit bize meselenin ne kadar vahim olduğundan bahsetti. Çok büyük bir faciaydı tabii bu. 9 işçinin bedeni aylarca bulunamadı ve bu konu hakkında sorumluluk alan kimse yok hâlâ.