9 Mayıs 2009.
O gün Kocaeli İsmetpaşa Stadyumu’na takımlarını desteklemeye gelenler başlarını göğe çevirmiş, heyecanlı bir aksiyon filmi izler gibiydi. Hakem Deniz Çoban’ın gözü, saha içinde değil, stadyumun en yüksek noktasında olan biteni takip ediyordu.
İkinci yarının ortalarında, elinde Trabzonspor bayrağı ile çatıda koşturan bir taraftar, Kocaelisporlu başka biri tarafından kovalanmaktaydı. Tribünlerdeki çocukları korumak amacıyla onları sahaya taşıyan polisler, bir yandan da hadisenin daha da büyümesini engellemeye çalışıyordu. O esnada İsmetpaşa’nın çimlerinde Süper Lig'de kalma şansını mucizelere bırakan Kocaelispor, Trabzonspor’a yeniliyor; tribünlerde açılan "Türkiye'ye Bakan Kocaeli, Bir Kocaelispor'a Bakamadı” pankartı ise adeta gelecekten haber veriyordu. Ülke imalat sanayisinin yüzde 13’ünü karşılayan, Türkiye’nin en zengin şehirlerinden bir tanesine o kentin takımı fazla gelmişti.
Çatıdaki taraftarlar yakalandı. Sahadaki çocuklar güvenle yerlerine alındı. Deniz Çoban, gözünü çatıdan ayırıp yeniden sahaya odaklandı. Dakikalar sonra çaldığı son düdük, Kocaelispor için Sûr'a dönüştü.
Onlarınki hem bir çöküşün hem de bir yeniden doğuşun hikâyesi. Ekonomik krizin, açlık grevinin, sahte banknotların, siyasete teslim olmuş bir kulübün ve her şeye rağmen kimliğine sıkı sıkıya tutunup ayağa kalkmayı başaran bir şehrin öyküsü.
Kriz, grev ve sessizlik: Çöküşün ayak sesleri
Kocaelispor, 2009/10 sezonuna 1. Lig’de başlarken takımın üzerinde gezen bulutlar formadaki siyahtan bile daha karaydı. Etkisi yıllara yayılacak büyük bir ekonomik kriz, kulübü pençesine almış giderek sıkıştırıyordu. Sezon başında imza attırılan futbolculara lisans çıkarılamıyor, takım serbest düşüşte, ligin dibine doğru sürükleniyordu.
Ne var ki sezonun devre arasında konuşulanlara bakılırsa sanki bunların hiçbiri yaşanmamıştı. Medyada, aylar önce oyuncularına lisans çıkaracak parayı bulamayan kulübün, ocak ayındaki ara transfer döneminin şampiyonu olduğu yazılıyordu. Yeşil-Siyahlıların ligin ikinci yarısı için el sıkıştığı oyuncu sayısı 26’ydı. Bir kulübün, bir sezona başlarken sık kullanılanlara eklediği futbolcu miktarı da aşağı yukarı bu kadar oluyor zaten.
Takımın adeta baştan aşağı yenilenmesi, Kocaelispor'un üzerindeki ekonomik yükün de kontrol edilebilir boyutların çok ötesine geçmesine yol açtı. Öyle ki ara transfer döneminden sadece birkaç ay sonra, Kocaeli Eğitim Vakfı (KEV) Sefa Sirmen Tesisleri, tükenmenin eşiğindeki bir misafiri ağırlıyordu: Kocaelispor Başkanı Muammer Çelik.
Yaptığı tüm çağrılara rağmen şehrin ileri gelenlerinin kulübe sahip çıkmamasını açlık grevi yaparak protesto eden Başkan Çelik, tesislerde bir çadırda oturmuş, açlıktan bayılmış ve hastaneye kaldırılmıştı.
“Ben bu işi devam ettireceğim. Bir eziyet çekiyoruz ve bu işin sonucunu almamız lazım.” derken açlık grevinde altıncı günü geride bırakmaya hazırlanıyordu.
Ancak Çelik’in açlığa dayanıklılığının da bir sınırı vardı. “Grevi sonlandırdım.” açıklamasını yaptığında sekizinci günün içindeydi Başkan. Çelik, artık kulübe sahip çıkacağını, “Bugüne kadar başkanlığı ikinci plana itmiş, ağabeylik yapıyordum. Çadırdan çıktığım dakikadan itibaren başkanlık yapmaya karar verdim.” sözleriyle duyurdu ve derhal şehrin ileri gelenlerine seslendi: “Bu şehirde kazanıyorlar, bu şehre borçları yok mu? Biz onlardan yalnızca Kocaelispor'a üye olmalarını, yıllık 50-100 bin ₺ vermelerini istiyoruz.”
Bu çağrı yanıtsız kaldı. Kocaelispor, tam anlamıyla Godot’yu bekliyordu. Bir şeylerin gelmesi lazımdı, ama tam olarak ne olduğunu kimse bilmiyordu. Ne var ki değil Godot, onun ne zaman geleceğini haber veren çocuktan bile eser yoktu.