“Avusturya İşçi Marşı”nın Türkçe yorumu, “Hayat denilen kavgaya girdik” sözleriyle başlar. Kabul etmek gerek, bu kavgayı vermek hiçbir zaman kolay olmadı. Hatta işçi sınıfı açısından yıllar geçtikçe daha da zorlaştı. Mâlum, şu sıralar insanlık tarihinin en zorlu dönemlerinden birini yaşıyoruz. Gelir eşitsizliğinde açılan makas, zenginleştikçe zenginleşen bir avuç insan ve onların karşısında yoksullaşan milyarlarcası.

Hayatı var eden emekçi sınıfını değersizleştirme çabası daha da büyüyor. İşte bu yüzden 1 Mayıs hiç olmadığı kadar önem arz ediyor insanlık açısından. Zira bu hak mücadelesinin sesi, en kolektif ve en gür şekilde bugün çıkıyor.

1 Mayıs 1886’da, Chicago’da sekiz saatlik mesai talebiyle yapılan bir grevle başladı bu mücadele gününün hikâyesi. Günler süren işçi eylemlerinin sonunda, Haymarket Meydanı’nda yaşananlar, 1 Mayıs’ı bir direniş gününe dönüştürdü. 

Elbette bu direnişin hikâyesini anlatanlar da vardı. O hikâyeleri, farklı kültürlerden yansıyan melodilerde duyduk sık sık. Zamanın acımasız akışına inat, hâlâ yankılanıyor meydanlarda bu melodiler. Her ne kadar Türkiye’de bir alan kavgasına sıkışmış, bayramın sembol meydanı Taksim yasaklanmış olsa da, bu güne ithaf edilen şarkıların izini sürerek, işçi sınıfının bayramını kutluyoruz.

Başlamadan, yazıyı hikâyesini anlattığımız şarkı ve marşları dinleyerek okumak isteyenler için işte Spotify listesi.

“Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor”

İşçi şarkılarının ilki şudur demek epey zor. Zira çok fazla anonim halk şarkısında işçi emeğinin öyküsü anlatılıyor. Fakat işi sınıf mücadelesi perspektifinden ele aldığımızda, en güvenilir başlangıç noktası “L’Internationale” olacaktır. Sadece Fransa’nın değil, tüm dünyadaki işçi hareketinin en bilinen marşı oldu bu zamanla. Hatta 1922 - 1944 arasında Sovyetler Birliği’nin milli marşıydı bu eser.

1871’de, Paris Komünü’nün vahşice bastırılmasından sonra, komünar şair Eugène Pottier yazmıştı sözlerini. 1888’deyse Belçikalı besteci Pierre De Geyter bu sözleri bir marş haline getirmişti. Kanlı Hafta (21-28 Mayıs 1871) olarak da bilinen savaş sonrasında, Paris’teki işçi mahallerinin ekonomik çöküntüsü ve burjuva hükümetin şiddetine karşı çıkan “L’Internationale”, işçilerin birleşmesi çağrısında bulunuyordu. “Bizi yok sayanlar bilsin, bundan sonra her şey biziz!” sözleriyle de bir meydan okumaydı aslında.

Fransa’da bunlar yaşanırken, sanayinin o dönemki merkezi İngiltere’deki işçi hareketi de sessiz değildi elbette. 1889’da, İrlandalı aktivist Jim Connell’ın yazdığı “The Red Flag” şarkısı, uluslararası işçi hareketinin fedakârlığı ve dayanışmasını vurguluyordu. 

Uzun yıllardır İngiltere ve İrlanda’daki işçi eylemlerinin sonlarında çalan bu şarkının melodisiyle ilgili de enteresan bir hikâye var aslında. Bu parça genellikle bir Alman yeni yıl ilahisi olan ”O Tannenbaum”un melodisiyle söylenir. 1890’larda popülerleşmeye başlayan bu yorumu Connell, doğası gereği muhafazakâr buluyordu. Ona göre bu şarkı, Jakoben yanlısı Robert Burns’ün yazdığı başka bir ilahi olan “The White Cockade”in melodisiyle söylenmeliydi. Bu isteği o dönem pek karşılık bulmasa da 1990’da İngiltereli müzisyen Billy Bragg, “The Red Flag”i, “The White Cockade” melodisiyle yorumlamıştı.

Avrupa’daki tek ses buralardan da çıkmıyordu tabii ki. İşçi hareketinin en güçlü şekilde yükseldiği bir diğer ülke olan İtalya’da da zamana meydan okuyan marşlar besteleniyordu bu sırada. En aşina olduğumuz Bella Ciao hiç kuşkusuz. Aslına bakarsanız hikâyesi net bilinmiyor. Fakat kimi kaynaklarda, ülkenin kuzeyindeki pirinç tarlalarında çalışan yoksul kadın işçiler tarafından söylendiği rivayet ediliyor. Diğer yandan 1908’de şair Carlo Tuzzi’nin sözleriyle yazılan bir başka kızıl bayrak marşı Banderia Rossa da, 1 Mayıs meydanlarında en sık duyduğumuz İtalyan eserlerden biri hâlâ.

“Birleşmiş bir halk asla yenilmez!”

Bu noktada odağımızı Avrupa’dan, Yeni Dünya’ya çevirelim biraz da. Zira Amerika kıtası, hayat kavgasının da en sert yaşandığı yerlerden birisiydi. Mesela ABD… 1 Mayıs’ın doğuşu ertesinde daha da güçlenen işçi sınıfının mücadelesi, şarkılara da yansımıştı elbette.